İki yol var demiştin: Biri paralı, biri bedava

Bayramda İstanbul’da kalmak iyi fikir. Ama başka tatil fırsatı olmayınca kendini yollara atıyorsun. Yollar da ‘birazdan anlatacağım sebeplerle’ hiç güzel yerler değil.

Haberin Devamı

İki yol var demiştin: Biri paralı, biri bedava
İstanbul’un üçte ikisi şöyle bir hava almaya gidince bir yerden bir yere gitmek başta olmak üzere her türlü faaliyet kolaylaşıyor ve güzelleşiyor. “Aslında güzel şehir ha” cümlesini birkaç gün boyunca birden fazla kez kuruyorsunuz.

Ben işte bunu bazen unutuyorum bazen de unutmuyorum da konjonktür öyle gerektiriyor, başka tatil fırsatı ufukta bile görünmeyecek kadar uzakta oluyor, kendimi hava almaya giden üçte ikinin içinde buluyorum. Sonra ‘vay efendim ben niye 1.5 saattir İstanbul’dan çıkamadım!’

Bayram uzun yollarının sıkıntısı şehirden çıkışla bitip gidecek değil. Her kilometresi, her sollaması ayrı bir tatlı oluyor. Gittikçe tekrar tekrar ‘aferin bana ne güzel akıl etmişim de çıkmışım bu yola’ diyorsun.

Haberin Devamı

Neyse bazen hedefe giden yol da güzeldir derken ‘bazen’i boşuna koymuyorlar neticede… Güzel olmayan yolumda yolun kendisi kadar geren üç konu var. 

Hayvanı araba tutuyor

Birincisi tabii ki korona. Kendisi neyse ki İstanbul’dan çıktıktan sonra yavaş yavaş azalmaya başlıyor. Bursa’yı geçtikten sonra falan tamamen ortadan kalkıyor. Bunu maske kullanımından takip edebiliyoruz. Benzinliklerde önce yavaş yavaş burun altında yol alıyor. Balıkesir’den aşağı komple ortadan kalkıyor. Komple mübalağa tabii, arada sırada takılı veya asılı olarak tek tük görülüyor.

Diğer faktör gişeler. Burada tabii hür irademle kendimi gişelere mahkûm ettiğim için çok da yapacak bir şey yok ama yine de söyleneceğim. Hayvan taşıdığım, taşıdığım hayvanı da araba tuttuğu için ne kadar paralı yol varsa girdim. Toplam mesafeyi kısalttığım her kilometre yanıma kâr. Özellikle İstanbul-İzmir otobanı çıkışında maddi olarak da epey bir hafiflemiş hissediyorsunuz. Ayrıca bu otoyolun yan AVM’leri henüz yapılmadığı için benzinciden benzinciye yapılan bir yolculuk olma durumu var. İnsan ABD çöllerinde yol alıyor hissine kapılıyor. Benzincilerde de betondan gayrısı henüz olay mahalline ulaşmamış. Durmasına duruyorsun, iki dakika arabadan ineyim desen altında duracak bir tane ağaç yok. Arabada çarpan güneşe doydum, biraz da dışarıda çarpılayım dersen iniyorsun, yoksa gerek yok inmeye.

Haberin Devamı

Her uzun yola çıktığımda aklımdan geçiyor, bu sefer de geçti. İstanbullulara trafikte haksızlık edilen konular var hocam. “Trafikte çok tehlikeli işler yapıyorlar” gibi. Kimse kusura bakmasın, İstanbullunun araba kullanmasına kefil olacak değilim ama çok daha tehlikeli işler yapılan üç şehir sayarım hiç düşünmeden. Düşünürsem daha da sayarım. Şimdi isim verip başıma iş almak istemiyorum ama yani ‘döner kavşakta geri geri giden, bir yanda aynı kavşağa tersten giren’ gibi sahnelere şahit olmadan yol bitiremiyoruz. Bir sürü yerde sinyal kolunu kullanan bulursam inip elini sıkacağım zaten noktasına geliyorsun. Ülkemizde kamyon kullanımı konusuna hiç girmiyorum. Steven Spielberg’in 1971 yapımı ‘Duel’ filmini anıp geçiyorum. Türkiye’ye yolu düşse iki devam filmiyle üçlemeye çevirir onu.

Haberin Devamı

Neticede askerde şafak sayar gibi kilometre saydığım yolculuğu bitirince bu arabayı bu koyduğum yerden daha da kaldırmam duygusuyla indim arabadan. Ki geldiğim yerde de çılgın trafik sıkışıklıkları oluyor. Hep İstanbullular yüzünden diyorlar. Bu dünyanın bütün günahları da İstanbulluya mı kesiliyor acaba biraz? Neyse bunu da dönüş yolunda düşünürüm.

Yazarın Tüm Yazıları