Paylaş
- Ne yapalım yani? Bizi altımız zorluyor. Böyle yapmazsak altımızı tutamayız. Hatırlayın 27 Mayıs’ı. Yüzbaşılar genelkurmay başkanını tutuklamadılar mı 27 Mayıs darbesinde?
Altlarını tutamayan ve bu yüzden Anayasaları lağvedip TBMM’yi kapatan komutanların dönemi geride kaldı.
Artık altlar da üstler de, demokrasisini yitirmiş bir Türkiye’nin yaşayabileceği serüvenlerin arasında bölünme tehlikesinin bile bulunduğunu biliyor.
Ayrıca bir NATO ordusunda üst göreve atanan her komutan ilk iş olarak Washington’u ziyaret ederken, altların anti-Amerikanizm ve 3’üncü dünyalılık sözcülüğünü yapmaları, Baas modeli rejimi Atatürkçülük diye sunmaları artık herhalde mantığa sığmıyor. Bu sadece emekli generaller için var olan bir ayrıcalık konumuna itiliyor.
Ancak bu “altını tutamak” sorunsalı şimdi özellikle sivil kesimler ve meslekler için hala geçerli.
Bir ilkokul müdürü
Geçen gün Boğaziçi’ndeki yarım yüzyıllık bir ilköğretim okulunda yaşananları dinledim.
AK Parti iktidar olduktan sonra bu okula atanan müdür, müzik derslerine son vermiş. Kız öğrencilerin kısa kollu elbise giymelerini yasaklamış. Okulda satranç dahil ders dışı etkinliklerin hepsi sona erdirilmiş.
Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ve diğer üst yönetim kadroları ne kadar “Değiştik” deseler ve dünyalı olmak için ne çaba harcarlarsa harcasınlar, “alt”larını temsil eden bu okul müdürü “Biz iktidar olduk ya” tafrasını öğretmenlere basıp, kafasındaki dünyaya öğrencileri sokmaya çalıştıkça, bu alt üstünü de aşağıya çekmektedir.
İşte bu “alt” yüzünden Türk siyasetinin geniş toplum kesimlerine yansıyan tartışma alanı başörtüsüne, kısa kollu giysilere, saça, sakala sıkışıp kalmaktadır.
Böyle gelmiş böyle gider
Ama bu altın üstü belirsizliklere sürüklemesi meselesi, sade AK Parti’nin sorunu mu?
Geçmişte de sosyal demokratlar ara sıra iktidar olduklarında, onların alt kadroları ve partizan bürokratları, toplumu “komünizm geliyor” ürküntüsüne sürükleyecek davranışlar sergilememişler miydi?
Veya bırakalım siyaseti. Bizim medyaya ve gazetecilik mesleğine bakalım.
Şöyle bir arşivlere girin ve kaç tane gazete patronunun, genel yayın müdürleri, başyazar ve yazarları yüzünden toplumdaki itibarlarını kaybettiklerini, özünü bilmedikleri kavgalara sürüklendiklerini ve hatta medyadan silinip gittiklerini bir listeleyin.
Sanki sözünü ettiğimiz okul müdürü Başbakan Erdoğan’la ve Milli Eğitim Bakanı Çelik’le konuşup, “Ben İslam adına öğrencileri hizaya getireceğim” dedi ve onlardan da onay mı aldı?
Böyle anlaşma olur mu?
Veya hangi gazetenin köşe yazarı patronuna “Ben herkese hain, satılmış, cahil diyeceğim. Sen de bunun karşılığında kaybettiğim davaların tazminatlarını ödeyeceksin” diye uyarıda bulundu ki?
Özelle AK Parti’nin üstü altını tutabilmelidir.
Ne kadar çalışkan ve ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, istedikleri kadar seçim kazansınlar,altlarını tutamazlarsa toplumun önemli bir kesimi onları hep marjinal olarak görür.
Dön baba dönelim, hacılara gidelim
İstanbul’a 3’üncü Boğaz Köprüsü ve yeni oto-yol yapılacağı gecikmeli olarak nihayet gündeme geldi.
Eğer 1989’da Bedrettin Dalan belediye seçimlerini ve ANAP 1991’de genel seçimleri kazansaydı, kem köprü hem yeni oto-yollar yapılmış olacaktı. AK Parti iktidarı da bu konuda gecikti açıkçası. Araç sayısı da, nüfus da, refah da artıyor. Ama yol sayısı artmadığı için, trafik kentliliğin işkence alanı oldu.
Neyse… Sonunda yapılacak bunlar.
Ama ilk iki köprüye karşı ne tepki gösterildiyse, aynıları yine seslendirilmeye başlandı. “Köprü tuzağı”, “oto-yol tuzağı” gibi klişeler ve “kimler arazi rantına göz dikti” soruları, yine gündemde.
Bundan 100 yıl sonra Türkiye aya gidecek araç yapsa, herhalde buna da “Ay tuzağı” falan der birileri.
Sabah ve akşam saatlerinde kıtalar arası ticareti sürdüren TIR’larla birlikte işlerine ve evlerine gitmek için saatlerce trafikte sıkışan insanlara “Bu köprü de oto-yol da zararlıydı, yenileri daha da zararlı olacak” dediğinizde, acaba ne cevap alırsınız?
Belki de “Artık özel araçlar yasaklanmalı” deyip “otomobil tuzağı”ndan falan da söz ederseniz, daha etkili olursunuz.
Paylaş