Paylaş
Şimdi hüner, bunların birbirlerini “ecnebi ” veya “öteki” gibi görmemelerini sağlamaktır. Farklılıkları zenginlik olarak görebilir ve bunlardan demokratik sinerjiler üretebilirsek, önümüzdeki yüzyıl gerçekten “Türk Asrı”olabilir. Ensemizi de geleceğimizi de karartmayalım. Birbirimize güvenelim, birbirimizle övünelim ve hep birlikte çalışıp, gelişelim.
Ahmet Necdet Sezer de Abdullah Gül de bu toprağın insanları…
Cumhuriyet’in “Çağdaş”eğitim sitemi ile yetişmiş, Batı’nın “Aydınlanması”nı bu coğrafyaya taşımayı hedef olarak benimsemiş yerleşik kentli kuşakların, yaşanılan sosyo-politik değişimi anlamak konusunda sloganlaşmış ezberci tepkiler göstermekten öteye bir çaba harcamamalarını anlamak zor.
Sonunda AK Parti’yi tek başına ikinci kez iktidara getiren süreçte ne tür bir değişimin yaşandığını anlamak yerine, geçmişte Demokrat Parti’nin iktidar olmasına karşı 1950’de gösterilen tepkilerin aynını seslendirmek, ne çağdaşlığa, ne aydınlanmacı olmaya, ne de müspet ilimci anlayışa yakışıyor.
Dün “Modernleşme ”nin sonuçlarından birinin AK Parti olduğunu hatırlatmıştım. Bunun gibi bir de “Göç”gerçeği var.
Örneğin Türkiye’nin büyük kentleri, başta İstanbul olmak üzere 150 yıldır göç alıyor. “93 Savaşı”,“Balkan Savaşı”, “Mübadele”gibi göç nedenleri yanında, 18’inci yüzyıldan başlayarak Kafkaslar ’ dan gelen göçler de var. Bunlara 2’nci DünyaS avaşı ertesinde Yugoslavya’dan gelen göçü ve son olarak Jivkof döneminde gelen Bulgaristanlı Türkleri de ekleyebiliriz.
Farklı bir göç
Kaybedilen Osmanlı topraklarından Anadolu kentlerine gelen Avrupalı Türkler, ne laikliğin yorumu konusunda, ne de Türk Ulusalcığı meselesinde, Cumhuriyet ideolojisi ile bir sorun yaşamadılar.
Ama özellikle 1950’den başlayarak Anadolu’nun kırsalından kentlere başlayan göç, merkez- çevre ilişkisindeki kopuklukları, yerleşik kentlilerin günlük hayatına yansıttı. Şimdi her biri başlı başına büyük yerleşim merkezleri olan ilk gecekondu mahallelerindeki insanlar, tüm yaşamları ile yerleşik kentlilerden farklıydılar.
Sonunda o mahallerde yaşayanların sayısı, yerleşik kentlilerden daha fazla oldu. Onların gecekondu mahalleleri, yoğun nüfuslu ilçeler dönüştü.
Örneğin 1950’de nüfusu 850 bin dolayındaki İstanbul şimdi 12 milyon ve İstanbul doğumlu İstanbulluların oranı toplam kent nüfusunun herhalde yüzde 25’inden fazla değil. Yeni semtlerde yapılan camilerin sayısı da, tüm Osmanlı İstanbul’unda yapılan camilerden daha fazla.
Farklı yeni insan
Bu olguların sonuçlarına kızıp öfkelenmek yerine, Cumhuriyet’in amaçladığı “Yeni insan”modelinin neden sadece kent merkezlerinde ve bürokrat sınıfında oluşabildiğini anlamaya çalışmak gerekmez mi?
Neticede amaçlanan “Yeni insan” modeline hiç uymayan “Yeni insanlar”yurt dışından gelmediler. Onlar da Türkiye’nin insanları.
Demek ki eğitimde, refahın yaygınlaştırılmasında, “Türk kimliği ”nin oluşturulmasında, laikliğin yorumlanmasında “Rejim” in ideolojik modeli ya eksikti, ya da yanlıştı ki “Merkez” den “Çevre” ye ulaşamadı..
Dilleri ve dinleri farklı diye, mesela Rumları kentlerimizde yaşatmadık. Ama onlar neticede “Azınlık ”tılar. Ama yeni kentliler şimdi çoğunluk.
Ne yapmalıyız?
“Artık tarikatlar yok ” denilince bunlar yok olmuyordu. “Türk-Kürt farklı şeyler değil”denilince, etnik farklılıklar ortadan kalkmıyordu.”Kadına seçme-seçilme hakkı verdik”demek, kadın-erkek eşitliğini sağlamıyordu.
Geldiğimiz nokta belli.
Ahmet Necdet Sezer de Türk toplumunun, Abdullah Gül de Türk toplumunun insanları.
Şimdi hüner, bunların birbirlerini “ecnebi ” veya “öteki” gibi görmemelerini sağlamaktır. Farklılıkları zenginlik olarak görebilir ve bunlardan demokratik sinerjiler üretebilirsek, önümüzdeki yüzyıl gerçekten “Türk Asrı”olabilir.
Ensemizi de geleceğimizi de karartmayalım. Birbirimize güvenelim, birbirimizle övünelim ve hep birlikte çalışıp, gelişelim.
ŞAKA
Su testisi artık su yolunda kırılmaz …
Küresel ısınma ile gündeme gelen kuraklık sonucu, Türkçemizin “su ”lu atasözleri ve deyimleri antika olabilirmiş. ANKA’ya bu konuda açıklama yapan Türk Dil Kurumu Başkanı Şükrü Haluk Akalın, Türkçe ’ de “su”sözü ile yapılmış sözcük, deyim, hazır söz kalıbı ve atasözünün beş yüz civarında olduğunu söylemiş ve “susuzluk karşısında su ile ilgili deyimler ve atasözlerinden bazıları unutulabilir”demiş.
Örneğin bu gidişle kimse hiçbir ürün için “Sudan ucuz” diyemeyecek.
“Eşek sudan gelene kadar dayak yedi”demek, sonu olmayan bir dayak yeme sürecini ifade edecek.
Bir yetkili bir sorun karşısında kendisine hesap soranlara “sudan cevaplar ” verirse, bunlar herkesi tatmin edecek.
Bu arada “suyu görmeden paçaları sıvamak”da herhalde doğal bir davranış haline gelecek.
Paylaş