Paylaş
Bu endişeleri söze ve yazıya döken yukarı mahallelilerden bazıları, bazen aşağı mahalledekilerin AK Parti’nin tepesine karşı darbe yapabileceklerini ileri sürüp, Başbakanı falan uyarıyor. Aynı anda da AK Parti’nin tepesindekilerin başlattığı “anayasa girişimi”nden rejimin niteliğinin değiştirilmesi niyetini sezip endişelerini seslendiriyorlar.
Hatırlarsınız. 22 Temmuz seçimleri öncesinde TBMM’deki AK Parti çoğunluğunun, 367 milletvekili toplantıya katılmadan cumhurbaşkanı seçmek istemeleri Anayasa Mahkemesi’ne götürülmüş ve içtihada “Eylemli iç tüzük değişikliği” diye bir anayasayı çiğneme modeli böylece eklenmişti.
Eylemli anayasa değişikliği
Şimdi mümkün olsa yukarı mahalledekiler, “eylemli anayasa değişikliği girişimi” ve buna bağlı olarak “anayasalı rejim değişikliğine dönük eylemli girişimi” benzeri suçlamalarla, AK Parti’yi durdurmayı deneyeceklerdir.
Bunların hepsi mümkündür. Ve hatta AK Parti çoğunluklu TBMM’nin yasama erkini oluşturması da belki “Rejim”e aykırı bulunabilir.
Anlaması zor olan durum ise, Cumhuriyet’in ilanından neredeyse 100 yıla yakın zaman geçmesine rağmen “Rejim”in sağlamlığına ilişkin güven duygusunun, bazı kesimlerde böyle zayıf olmasıdır.
Oysa geçen yıllar boyunca “Rejim” tek partiden çok partiye, devletçilikten serbest pazar ekonomisine geçmiş, sayısız ekonomik ve siyasi kriz yaşamış, dört kez de doğrudan ve dolaylı darbelere sahne olmuştur. Rejim’in TBMM’si iki kez kapatılmış, Rejim’in anayasaları lağvedilmiştir.
Rejimin içeriğindekiler
Bu yıllar boyunca dünyadaki savaşlara, krizlere, değişime pek çok ülkenin ve hatta “Rejim”i adeta kutsanılan Sovyetler’in bile rejimleri dayanamamıştır.
Ama bizim yukarı mahalledekiler askeri darbelerde bile “Ya rejim değişirse” diye hiç endişelenmemişlerken, şimdi kamuoyuna açık bir “anayasa girişimi”nden ötürü “ya rejimin niteliği değişirse” endişesi içinde yalpalayıp durmaktalar.
Galiba bunun sebebi “Rejim” denilince bu “Rejimperestler”in aklına sadece “Laiklik”in gelmesi ve “Demokrasi”nin gerekirse vazgeçilebilir bir rejim öğesi olarak görülmesidir.
Bu arada “Rejim” denilince klişe halinde tekrarlanan “Hukuk devleti”nden de “Hukukun üstünlüğü” değil “Üstünlerin hukuku” anlaşılmaktadır.
Ama sanmayın ki bu sadece “Yukarı mahalle”nin endişeli insanlarının konumlarını yansıtan bir durumdur. Bunların “Baskıcı” olarak gördükleri “Aşağı mahalle”nin bazı sakinleri için de demokrasi, hukuk veya laiklik, sadece kendileri gibi düşünenler için var olan kurumlardır.
Fraksiyon gazetesi gibi Bugün bu satırların yazarı gibi Türkiye’nin düzeninin birey ve özgürlükler eksenli olmasını, AB ile entegrasyonun çoğulcu demokrasinin de, laikliğin de, hukukun da güvencesi olacağını, her çeşit totaliter eğilime, her tür yobazlığa karşı durulması gerektiğini savunanlar, iki mahallenin de yabancısı durumundadırlar.
Örneğin “Liberal Demokrasi”yi savunanlar Türkiye’nin en büyük kitle gazetesinin köşesinde bile “Rejimin tehdidi” biçiminde sunulup listeleniyor.
O gazeteleri yönetenler de, köşeler verdiklerininbüyük kitle gazetelerini anti-demokrat yayın organlarına çevirmesini görmezden gelip, “mahalle baskısı” kavramı üzerinde birbirini tutmayan çeşitlemeler yapıyorlar.
Kopya Eyfel’e bir de Sarkozy gerekir...
Her şeyin kopyasını yapan Çinliler, sonunda Paris’in Eyfel Kulesi’nin kopyasını da Şanghay’ın banliyösü Zhejiang’da inşa etmişler.
Bu Çinliler, bari Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin de bir kopyasını üretip, kopya
Eyfel’in altına yerleştirselerdi. Çin Sarkozy’si de Fransız Sarkozy’si gibi Türkiye-AB ilişkileri konusunda ikide bir birbirine zıt şeyler söylerse, Çinlilerin de kafası Fransızlar gibi karışırdı.
Paylaş