Paylaş
Bu ordulardan birinin başındaki komutan devekuşu, karşıdan gelen düşman devekuşu ordusuna bakınca ürkmüş. Çünkü düşman devekuşu ordusu sayıca, kendi ordusundan birkaç kat daha kalabalıkmış.
Yenilginin kaçınılmaz olduğunu anlayınca savaşmaktan vazgeçmiş ve ordusundaki devekuşu savaşçılara “saklanın” diye komut vermiş.
Bu komutu duyan devekuşu savaşçılar hemen başlarını kumlara gömmüşler.
Karşıdan gelen kalabalık devekuşu ordusunun komutanı ise büyük bir şaşkınlığa gömülmüş. Yaverine “Karşımızdaki koca ordu bir anda nasıl yok oldu?” diye sormuş.
Zoologlara sorarsanız, devekuşları başlarını kuma su aramak için gömerlermiş. Ama “başını kuma gömmek” kavramına kaynak olan bu davranışlarının, edebiyat ve siyaset alanına esin kaynağı olduğu da kesin.
Gerçeği görmezden gelmek
Özellikle bu coğrafyada sorunları görmezden geldiğiniz zaman, onların var olmadığını da düşünmeniz, alışılmış bir durumdur. Bu davranışı geliştirdiğiniz zaman, istediğiniz gerçekleri görür, istemediklerinizi görmezden gelebilirsiniz.
Örneğin 2001 ekonomik krizi ertesinde batan ve el koyulan bankaların kamu maliyesine olan yüklerini katlayarak sıralar, bunların sorumlularını “hortumcu” benzeri sıfatlarla sürekli aşağılarsınız.
Ama ekonomi edebiyatımıza “görev zararı” olarak geçen kamu bankalarının maliyeye yüklediği zararları görmezden gelebiliriz. Bu zararların sorumlularına kimse “hortumcu” falan demez.
Sosyal güvenlik sisteminin göz göre göre iflasını da başımızı kuma gömerek yıllarca görmezden gelebiliriz. Bu sistemdeki bozukluğu düzeltmeye kalkanlara da, “Devlet memurlarının kazanılmış haklarına kimse dokunamaz” diye tepki gösterirken, bir yandan “Bu gidiş iyi gidiş değil, ekonomiyi kriz bekliyor” benzeri felaket söylemlerini aynı anda seslendirebiliriz.
Birand’ın listesi
“Güneydoğu sorunu” içindeki “Kürt realitesi”ne de başımızı kuma gömerek yaklaşmadık mı yakın tarihimizde.
Dün Mehmet Ali Birand çarpıcı bir liste yayınlamıştı POSTA’daki köşesinde.
Buna göre Osmanlı’nın son döneminde 1806-1920 arasında 13, cumhuriyet döneminde de 1924-1999 arasında 25 tane silahlı kalkışma olmuş Güneydoğu’da. PKK güdümündeki eylemler, bu listenin son sırasında.
Örneğin 1930’lu yıllarda yer alan şu kalkışmaları kaçımız biliyoruz:
- Zilanlı Resul Ağa isyanı (1929- Eruh)/ Zeylan isyanı (1930- Van)/ Tutaklı Ali Can isyanı (1930- Tutak-Bulanık-Hınıs)/ Oramar isyanı (1930- Van)/ III. Ağrı harekatı (1930)/ Buban Aşireti isyanı (1934-Bitlis)/ Abdurrahman isyanı (1935-Siirt)/ Abdulkuddüs isyanı (1935-Siirt)/ Sason isyanı (1935-Siirt)/ Dersim isyanı (1937-Tunceli)
Açıkçası ne bu kalkışmaların içeriğini tam bilebildik, ne de Güneydoğu sorunu üzerinde yapılmış çalışmaları okuyabildik. Bu alana girmeyi deneyenler tutuklandı, sayıları zaten çok az olan kitaplar da toplatılıp, yasaklandı.
Siyaset bilimi de, sosyoloji de diğer sosyal bilimler de, toplumsal olguları irdelemeleri, sorunlara çözümler üretmeleri ve gerçeğin anlaşılması için vardır.
Anlamamak daha mı doğru?
Şimdi olanca gücümüzle “Kürt realitesi”nin her boyutunu anlamaya, bunun kötü bir yan ürünü olan bölücü terörü yok etmeye ve bu gerçeği, demokrasi, hukuk ve insan hakları sürecine yerleştirmeye çalışıyoruz.
Ama aynı sırada başımızı “türban”a gömmüş biçimde toplumdaki inançları, gelenekleri vebunların sosyo-politik yaşama yansımalarını görmezden gelmekteyiz.
Bu alanda “merkez”in dışındaki çizgide görüş açıklayan, olayı farklı boyutları ile anlamaya çalışanlar da, kendilerini “seçkinler” olarak gören devekuşları tarafından karalanıyor, “iktidar yanlısı” diye hafife alınıyor…
Bu devekuşlarının tek söylemleri şu anda “çok endişeliyim”den öteye gidememekte. “Türkiye gerçeği”ni anlamaya çalışmak yerine, Malezya, Dubai, İran, Suudi Arabistan arasında dolaşıp durmaları da, turistik bir sosyoloji ekolü oluşmasından başka bir işe yaramıyor. Dayanıklı tüketim malı olarak algıladıkları "cadı kazanı"nda ise şu anda Prof. Dr. Nur Vergin’i kaynatmaya çalışmaktalar.
Kısacası, bazen insan toplulukları da başlarını kuma gömer ve bazıları bunların suyu (veya gerçeği) aradığını da sanabilir.
Paylaş