Abdullah Gül her çeşit biat kültürünü Çankaya’dan uzak tutmalı

Zaman zaman “Biz” demeyi bırakıp “Ben” diyebilmemiz, galiba şu sıralarda Türkiye Cumhuriyeti’nde en fazla ihtiyaç duyulan davranıştır.

Haberin Devamı

“Biz” dediğimiz zaman kendimizi, yandaş olarak gördüğümüz çeşitli içerik ve boyutlardaki oluşumların veya kesimlerin ayıplarını örtmekle görevli kılıyoruz. Buna karşı, içinde bulunmadığımızı varsaydığımız kesimleri de, insafsızlığa varan yargılarla mahkum etmeye çalışıyoruz.

Örnek verirsek… Sanki “biat kültürü” sadece mukaddesatçı kesimde veya AK Parti’yi destekleyenlerde mi var? Sanki 28 Şubat post-modern darbe sürecinde militarizme karşı ideoloji farkı gözetmeksizin karşı çıkanları birileri “andıç”larla hedef gösterirken, bunları manşetlere taşıyanlar Batı Çalışma Grubu’na biat etmiyorlar mıydı?

Veya Varlık Vergisi azınlıklara tarh edilirken,ya da 6-7 Eylül’de İstanbul Rumları pogroma hedef olurken, geri kalan umursamaz çoğunluklar ırkçılığa dönüşmüş milliyetçiliğe biat etmiyorlar mıydı?

Haberin Devamı

 

Ne bekledik ne bulduk

 

Dün cumhurbaşkanlığı görevini Abdullah Gül’e devreden Ahmet Necdet Sezer de, yüksek yargıdan Çankaya’ya geldiği gün, hepimize “Ben” diyebilecek bir insan olacağı ümidini vermişti.

Ama başaramadı bunu ve belirli bir doktriner ideolojiye bağlı olarak hep “Biz” dedi. Çeşitli konularda ayırımcılık yaptı. Karşı olduğu kesimleri anlamaya çalışmadı. İlk Nobel’li Türk yazarı Orhan Pamuk’a bile “bizden biri” olarak bakamadı.

İçinden geldiği siyasi çevre ve sahip olduğu dini ağırlıklı kültür, Abdullah Gül’ü de kolayca Ahmet Necdet Sezerleştirebilir. AK Partililerin her davranışının doğru, karşıtlarının da kötü maksatlı olduklarını düşünüp, tavrını böyle belirleyebilir.

Ama Dışişleri Bakanı olarak da “Biz” diyenlerin bazen “ötekiler”den daha doğru, daha akılcı tutumlar sergilediklerini görmüştür. Örneğin Türkiye’nin demokratikleşmesini, hukukun en üst değer olmasını, temel hak ve özgürlüklerin korunmasını savunan bir Avrupalı siyasetçi, tüm bunlara karşı olan ve Türkiye’nin içe kapanmasını isteyen bir Türk siyasetçiden daha doğru ve akılcı bir tutumun sahibi değil midir?

 

Haberin Devamı

Sütten sonra yoğurt meselesi

 

Sivil demokrasinin, çoğulculuğun, halk iradesine saygının ışığında, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını sevinçle karşılıyorum, onu ve hepimizi kutluyorum.

Ama sütten ağzım yandığı için yoğurdu da üfleyerek yemeyi doğru buluyorum.

Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı olduğunda “Çankaya’da bir yargıç var artık” diye sevinmiştim. Oysa bir yargıçla değil, bir “rejim savcısı” ile karşılaştım.

Abdullah Gül de “rejim”in içeriğinde ne var ise bunlara karşı davalı olanların avukatı konumunda bulunmamalı. Çünkü “demokrasi” gibi “laiklik” de çoğulculuğun, özgürlüklerin, sivilliğin ve “rejim”in güvencesidir.

Üniformalı ve üniformasız anti-demokrat oligarşi ne kadar sekter ise, iktidarın hukukun kaynağını bu dünyanın dışında gören ve her alanda “kuşku”nun yerine “tartışılmazlar”ıikame etmeye çalışan cüppeli ve cüppesiz oligarşi de, aynı ölçüde anti-demokrattır.

Haberin Devamı

Abdullah Gül döneminde her çeşit biat kültürünün Çankaya’da uzak olmasını diliyorum.

 

ŞAKA

Sinsi plan mı, bilinen plan mı?

Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt 30 Ağustos mesajında özetle “Birliğimizi, demokrasiyi, laikliği, çağdaş kazanımlarımızı hedef alan ‘sinsi planlar’ farklı şekilde ortaya çıkıyor” demiş.

Anlamakta zorlandığımız nokta şu.

Org. Büyükanıt’ın da vurguladığı tehditler listesi cumhuriyetin kuruluşundan bu yana her yıl devlet yetkilileri tarafından tekrarlanıyorsa, olayın “sinsi”liği falan kalmamıştır. Yani “sinsi planlar” yerine “bilinen planlar” denilse daha doğru olmaz mıydı?

Bir Şakir Süter vardı…

Sevgili arkadaşım, değerli meslektaşım Şakir Süter’i (1950-2007) yitirmek, benim gibi Süter’i tanıyan ve okuyan herkesi üzdü. Şakir Süter duruşu, çalışkanlığı, kişiliklere ve özel hayatlara karşı gösterdiği özenle, bizim mesleğin en nefesli maraton koşucularından biri oldu. Onu tanıyan veya onunla çalışan herkes, Süter’e sadece sevgi ve saygı duydu.

Haberin Devamı

Dünkü Akşam’da Burhan Ayeri, Süter’in kanserle boğuştuğu son dönemi şöyle anlatmıştı:

- Hep ayakta görünmek istedi. Bilinci açık kaldığı sürece yazı yazmayı arzuladı. Vedasını bile “Yıllık izinde” zarafetiyle örttü.

Hepimizin bir gün süresiz izne çıkacağımızın bilincinde olanlar, çalışabildikleri sürede Şakir Süter gibi arkalarında iyi bir isim ve hoş bir seda bırakmaya çalışırlar.

Onu rahmetle anıyorum.

Yazarın Tüm Yazıları