Böyle toplumlar bugüne dair ne varsa “kötü ve yanlış”, düne dair ne varsa “mükemmel ve güzel” olarak görürler.
Toplum bir de içe dönük yaşıyor ve bırakın dış dünyayı, komşu ülkelerde olup bitenlere karşı bile pek ilgi duymuyorsa, dünü cilalayıp parlatmak daha da kolaylaşır.
Böyle ülkelerde özellikle iktidardaki bir siyasetçi iseniz, en önemli işlerinizden birinin, size yönelik eleştirileri içerikleri ve nitelikleri ile tasnif etmek olduğunu bilmeniz gerekir.
Bu eleştirilerden bazıları, siz olsanız da olmasanız da, işgal ettiğiniz koltukta oturmuş ve oturacak gelmiş geçmiş herkese yöneltilen tekrarlardır. Bunlara karşı sabır ve hoşgörü ile yaklaşmanız ve bunları önemsememeniz daha doğrudur.
ÖZGÜN ELEŞTİRİLER
Bu eleştirilerin bir bölümü ise gerçekten yaptığınız hataları saptar. Bunlar sizi kaçınılmaz hatalara karşı uyaran, önem verilmesi gerekli özgün eleştirilerdir.
Örnekler vermeye çalışalım…
“Laiklik” bu kavramlardan sadece bir tanesi.
Laiklik batı ve Hıristiyan kökenli bir kavram olduğu için, bunun değişik formlarına bakılıp, aramızda anlaşmazlıklar doğması doğaldır. Örneğin demokrasiye örnek olarak gösterilen İngiltere’nin laikliğini (veya “seküler”liğini) bizim koşullarımıza uyarlayarak anlamamız zordur.
Son iki örnekten bu gerçeği kolayca görebiliriz.
İngiltere’nin eski Başbakanı Blair, ancak görevi sona erince eşinin mezhebini benimseyebildi ve istifa ettikten sonra gidip Katolik oldu… Veliaht Prens Charles’ın büyük oğlunun bir Katolik kızla evlenmesi halinde tahta varis olmasının imkansızlaşacağı haberlerde işlendi.
Din devleti mi?
Kral veya kraliçenin
Aslında kendimiz dışındaki herkesin tarafsız olmasını isteriz.
“Hakem taraf tutuyor” dediğimiz zaman bu, hakemin bizim takımımızın aleyhinde bir karar aldığı anlamına gelmez mi?
Anne ve babanız sizi karşılarına alıp, “hangimizi daha çok seviyorsun” diye sorduklarında, tarafsızlığınızı nasıl belli edersiniz?
Sevdiğimiz, saydığımız Hüsamettin Cindoruk bu “benim ve benim gibi düşünenlerin dışındaki herkes tarafsız olmalı” beklentisinin varlığını yargıya uyarlayarak, ne güzel(!) anlattı iki gün önce televizyonda.
Cindoruk türbana ilişkin yeni mevzuatın iptal istemi ile Anayasa Mahkemesi önüne gelmesi halinde, eşlerinin başları örtülü olan üyelerin davadan çekilmeleri gerektiğini söyledi.
CNN Türk'te yayınlanan 5N1K adlı programa katılan Cindoruk AK Parti'nin Anayasa Mahkemesi'ndeki eşi başörtülü üyelere güvendiğini ileri sürerken, eşleri başörtülü üyelerin davadan geri çekilmeleri durumunda kalan üyelerin daha objektif karar verebileceğini savundu.
Eşlere bikini mi?
Söze “çok endişeliyim” diye başlayıp arkasından “din devleti olmak tehlikesini atlatsak bile bölünme tehdidini nasıl aşacağız” diye sözlerinize devam ederseniz, sizi dinleyenleri etkilersiniz.
Eğer ailenize, topluma, ülkenize karşı sorumluluk hissetmiyorsanız karamsarlık ticareti yapmaya karar vermek hem kolaydır, hem de ilgi çekicidir.
Ama karamsarlığınızı seslendirirken, daima çerçeveyi geniş tutmaya dikkat etmelisiniz. Yani ülke ve dünya çapındaki karamsarlıkları seslendirmelisiniz.
Bunu ailenize dönük yaparsanız sonunda ailenizi dağıtır, hem onları hem de kendinizi perişan edersiniz.
Aile dayanamaz
Koca karısına her gün
“Gaziantep ağzı”nda böyle özdeyişlerin en çarpıcı olanlarından birisi şöyledir:
- Davacının aptalı derdini mübaşire anlatır!
Türban üzerindeki tartışmalarda dilimin ucuna en sık gelen özdeyiş bu.
Eğitim sorunu çözümlenememiş.
Türkiye'de 15-29 yaş grubundaki kızların yüzde 60'ı, 25-29 yaş grubundaki kızların da yüzde 66'sı ne öğrenim görüyor ne de çalışıyor.
Eğitim görmüş azınlıktaki kızların arasından daha da küçük bir azınlık “türbanlı” olmuş. Onlara da üniversite eğitimi yasaklanmış.
“Bu yasak kalksın mı yoksa kalsın mı” konulu siyaset kavgasını yapanlar, bu büyük ve acı gerçeği nasıl değiştireceklerine değil, kendi taraftarlarının alkışlarına kilitlenmişler.
1950’li yıllardaydık ve bugün siyasetin gündeminde ne varsa, o günlerde de aynı konular tartışılıyordu.
Demokrat Parti iktidarının Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri için düzdüğü bir tekerlemeyi söylüyordu Ataç:
“İleri İleri Tevfik İleri
Atatürk yolundan sola çark geri”
Oysa Atatürk ölümünden 15 yıl sonra Anıtkabir’e Demokrat Parti döneminde taşınmıştı. Demokrat Parti’nin kurucusu Celal Bayar, “Atatürk’ün son başbakanı” olarak O’nun tabutu başında “Seni sevmek milli ibadettir” demişti. Kağıt paraların üzerine yeniden Atatürk’ün resimleri yerleştirilmiş, “Atatürk’ü Koruma Kanunu” Demokrat Parti iktidarında çıkartılmıştı.
Ama o dönemde de kamplaşmanın tarafları, birbirlerine “Sen dincisin-Sen dinsizsin” derler ve kendilerinin daha fazla Atatürkçü olduklarını iddia ederlerdi.
Dinciler mi komünistler mi?
Amerika kıtası Kristof Kolomb onu keşfetmeden önce de vardı. Ama onun var olduğu bilindikten sonra, bu kıtaya dönük oluşumlar başladı.
Galiba bilmek kadar “algılamak” da önemli.
Var olup olmadıkları bilinmeyenleri ifade eden kavramları, bazen insanlar var olanlardan daha fazla benimsemez mi?
Kişiliklerinin ve kaderlerinin yıldız falında, burçlarda bulunduğuna inanlara hiç rastlamadınız mı?
Bunun gibi aynı bilgi ve bulguları elde edenlerin, bunları farklı yorumlaması olayı da var.
Bakın işte… Türbanlıların üniversite eğitimi almaları bazılarına göre eğitim hakkının kullanımında eşitliği sağlıyor, bazılarına göre de laikliği tehdit ediyor.
“Tarih”in yorumlanması da herkese göre farklı değerlendirmelere dayanmıyor mu?
Mesela
Dün “Taraf”ta Ahmet Altan’la Yasemin Çongar’ın, Kandil Dağı’nda PKK’lılarla yaptıkları söyleşiler vardı.
Bu söyleşiyi ve Kandil Dağı notlarını okurken, terör örgütünün söylemlerine bakarak “çözüm”ün hâlâ uzakta olduğu izlenimini edindik. Örneğin örgüt adına konuşanlar, ancak “Öcalan’ı da kapsayan” bir topluma katılım yasası çıkarsa, evlerine döneceklerini söylüyorlardı.
En fazla dikkati çeken söylem ise PKK’lıların çözümü, Filistin’deki veya İRA’daki gibi uluslararası zemine taşıma niyetleri olmalıydı. “Oslo Barış Konferansı”na atıfta bulunan bir PKK’lı, “Akil İnsanlar Komitesi”ni hatırlatıyor, Marti Ahtisari’nin, Yaşar Kemal’in, Talabani ve Barzani’nin içinde bulunabilecekleri bir kuruldan söz ediyor ve Birleşmiş Milletler’i, Avrupa Birliği’ni devreye sokma gereğinden hareket ediyordu.
Türkiye’nin bir iç sorununu uluslararası bir zemine taşımayı ifade eden bu yaklaşım da, çözümün uzakta bulunduğunun bir diğer kanıtı olabilir.
AK Parti’ye güvensizlik
Bu arada Yasemin Çongar’ın notlarından anladığımıza göre, PKK’nın AK Parti’den duyduğu rahatsızlığın kaynağında, “tezkere” ile ertesindeki hava bombardımanları ve uluslar arası zeminde PKK’nın izole edilmesine dönük