Kurların, faizlerin ve fiyatların arz ve talebe göre değil Ankaralı bürokratların algılamalarına göre belirlendiği uzun yıllarda, ekonominin nasıl rayından çıktığını, her çeşit krizle yüzlerce defa gördük.
Her alanda “ikincil” piyasalar oluşmadı mı?
Merkez Bankası’nın dövizi tükenince, ithalat “çifte ödemeler”le sürdürüldü. Tefecilerin ağır bastığı finansman pazarının adı “örgütlenmemiş sermaye piyasası” oldu. Gerçek fiyatlar “karaborsa”da belirlendi.
Siyasette kökten-devletçilik ise resmi ideoloji dışındaki düşüncelerin örgütlenmesini yasakladığı için, farklı görüş sahiplerinin her biri birer siyasi parti gibi görülmeye başlandı.
Komünist parti kurmak yasak olduğu için, her çeşit solcu “komünist” olarak görüldü. Milliyetçilik ile “ırkçılık”, muhafazakarlık ile “mukaddesatçılık” karıştırıldı. Her demokratın aynı zamanda “liberal” de olduğu zannedildi.
Turgut Özal’ın yeniden-yapılanma reformları ile ekonomi artık kökten-devletçi değil.
Tarihi yanılgılar
Düşünün ki bir gazetede televizyon programlarını izleyip eleştirmekle görevlisiniz.
Ancak televizyondan da, televizyon programlarından da nefret ediyorsunuz.
O diziler, haber ve magazin programları ve hatta reklamlar bile size aptalca geliyor.
Mümkün olsa sadece birkaç tematik kanalı izleyecek ve genellikle evinizdeki televizyon alıcısını kapalı tutacaksınız.
Ama kader sizi “televizyon eleştirmeni” olmaya mahkum etmiş.
Adam ne yapıyor
Koluna girip ayağa kaldırmışlar ve “Neden bu aracın lastiklerini bıçaklıyorsun?” diye sormuşlar.
Adam bir iç geçirmiş ve anlatmış yaptığının nedenini:
- Ben Türk’üm. Çalışmak için ülkenize geldim ve yıllardır memleketime gitmek imkanı bulamadım. Bu aracın plakasına bakarsanız onun Türkiye’nin bir kentinden geldiğini anlarsınız. İşte ben bu aracın lastiklerini bıçakladıktan sonra çıkan havayı içime çekiyordum. Yani memleket havası alıyordum.
Bu fıkranın devamı yok.
Trafik polislerinin bir aracın lastiklerini bıçaklayıp memleket havası alan bu Türk’e ne yaptıklarını bilmiyoruz.
Zaten sade fıkralar değil öyküler de, “sonra ne olmuş” sorusu zihninizde yoğunlaşmışken sona ermez mi?
Özlem çekmek kaçınılmaz
Yossarian 2’nci Dünya Savaşı’nda Alman cephesini bombalayan filodaki bir savaş pilotudur.
Onun için uçağını düşürmeye çalışan Almanlar ile kendisine daha fazla uçuş emri veren komutanı arasında fazla bir fark yoktur. Çünkü uçuş sayısı arttıkça, öldürülmesi ihtimali de artmaktadır.
Örneğin komutanı ile şöyle bir diyalog geçer arasında:
Yossarian: Korkuyorum.
Binbaşı: Bunda utanacak bir şey yok ki, hepimiz korkarız.
Yossarian: Utanıyorum demedim, korkuyorum.
İnsanlar bana düşman
- Türkiye’nin bütün önemli sorunları, aynı zamanda uluslararası meselelerdir.
Bir başka deyişle, eğer dış konjonktürü iyi değerlendirmezseniz, iç siyasetteki gelişmeleri de doğru gözlemleyemezsiniz.
Bu çağda “dış konjonktür” dediğimiz olguyu büyük ölçüde şekillendiren Amerika Birleşik Devletleri de, kendi oluşturduğu uluslararası dengelerin esiridir.
Örneğin başkan seçimine giden yolda Demokrat Parti’nin parlayan yıldızı Barack Obama seçimi kazanıp Beyaz Saray’da otursa, sanki Amerika eski Amerika olmaktan çıkıp, “mazlum milletler” safına mı katılacaktır.
Babası Kenyalı bir Müslüman, göbek adı Hüseyin, ilk adı Arapça’daki “bereket”in İbranice’nin “barack”ı ve üvey babası da Endonezyalı bir Müslüman olan, çocukluğunda medrese eğitimi aldığı söylenilen Obama ABD Başkanı olursa, sanki El Kaide’nin 11 Eylül 2001 saldırısı hiç olmamış gibi, dünya siyaseti eski günlere mi dönecektir?
İdeolojik yapılar
Hatırlamıyor musunuz o günleri?
- Barzani evinde vurulmalı!
- Irak’a vereceğimiz tek taviz Bağdat’tır!
- Gerekirse Amerika ile savaşırız!
Böyle ateşli yorumlar okumadık mı?
Ama Erdoğan bu teşvik ve tahriklere kapılmadı.
1974 Ecevit’i gibi miğferli posterlerini otobüs pencerelerinde görmek hayaline kapılmak yerine, kalktı Amerika’ya, Avrupa ülkelerine gitti.
Gazetecilik mesleğinin özünü, “tarihin taslağını yazmak” diye nitelemez miyiz zaten?
Neticede her haber ve her yorum bu taslağın bir parçasıdır.
Bütünü görmek ise, ancak “bütün”e bakarak mümkün olabilir.
Örneğin bugün bir kesim gazeteler “türban krizi” dolayısıyla, Türkiye’nin teokratik bir devlet düzenine gittiğini hem yorumlarıyla, hem haberleriyle vurgulamaktalar.
Genellikle kitle gazetesi niteliği taşıyan bu yayın organları, acaba bir gün için eklerini ana gazetelerin yerine geçirseler.
Yani Türkiye’de her alandaki müsamahakarlığı, sanat ve gösteri dünyasındaki, sosyetedeki geniş hoşgörülü insan ilişkilerini, ekleri yerine ana gazetelerinde işleseler.
Ana gazetelerinde yansıttıkları türban endişeli haber ve yorumları da, magazin eklerine taşısalar…
Seslendirdiğiniz düşüncelerin tartışılmaz doğrular olduğunu bağırarak söyleyin.
Hatta sizin gibi düşünmeyenleri “hain”, “gerici”, “bölücü” gibi karalamalarla da damgalayın isterseniz.
Hiç gözden kaçırmamanız gereken bir gerçek var.
Bu toplumda görüş sahibi olan tek kişi siz, sesini yükselten tek kesim de sizin içinde bulunduğunuz kamp değil artık.
Sizin görüşlerinizi manşetlerinden köşelerine kadar işleyen gazeteleriniz mi var?
Aynı şekilde sizin görüşlerinizin karşıtı olan görüşleri manşetlerinden köşelerine kadar işleyen gazeteler de var.
Siyaset de, medya da, toplum da çok sesli artık.
“Serbest rekabet”