Paylaş
- Türkiye’nin bütün önemli sorunları, aynı zamanda uluslararası meselelerdir.
Bir başka deyişle, eğer dış konjonktürü iyi değerlendirmezseniz, iç siyasetteki gelişmeleri de doğru gözlemleyemezsiniz.
Bu çağda “dış konjonktür” dediğimiz olguyu büyük ölçüde şekillendiren Amerika Birleşik Devletleri de, kendi oluşturduğu uluslararası dengelerin esiridir.
Örneğin başkan seçimine giden yolda Demokrat Parti’nin parlayan yıldızı Barack Obama seçimi kazanıp Beyaz Saray’da otursa, sanki Amerika eski Amerika olmaktan çıkıp, “mazlum milletler” safına mı katılacaktır.
Babası Kenyalı bir Müslüman, göbek adı Hüseyin, ilk adı Arapça’daki “bereket”in İbranice’nin “barack”ı ve üvey babası da Endonezyalı bir Müslüman olan, çocukluğunda medrese eğitimi aldığı söylenilen Obama ABD Başkanı olursa, sanki El Kaide’nin 11 Eylül 2001 saldırısı hiç olmamış gibi, dünya siyaseti eski günlere mi dönecektir?
İdeolojik yapılar
Türkiye’deki siyasi gelişmelere karşı tutum ve kendinizce bir kampın içinde yer alırken, siyasi gerçekleri ve kavramları dünya gerçekleri içinde değerlendirmeyi denemeniz şarttır.
Evet… AK Parti kurucuları kültürleri ve siyasi eğitimleri açısından, muhafazakarlıkla mukaddesatçılık arasında gidip gelen bir ideolojik yapıya sahiptir.
Eğer sosyal demokrat veya liberal demokrat iseniz, AK Parti’nin söylemleri sizi tatmin etmez.
Bu durumda çok partili demokrasinin sağladığı imkan, kendilerine siyasi özdeşlik arayanların bir başka siyasi parti içinde düşüncelerinin yansımasını aramaları değil midir?
Ana muhalefet partisi CHP de bu açıdan cumhuriyet muhafazakarlığını, her alanda kökten devletçiliği ve dış politikada “3’üncü Dünyalılık”ı seslendiren ve sosyal demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bir parti değil mi?
Aynı şekilde MHP de, merkezin iyice sağındaki “milliyetçi” (ve hatta ulusalcı) söylemlere ağırlık veren muhafazakar bir parti.
Birinci mesele ortada.
Türkiye’deki iç siyaset şu anda sadece “muhafazakar” eksen üzerindeki çeşitlemelere dayalı olarak sürdürülüyor.
Ortak öğeler
Burada ortak tek payda “anayasal demokrasi” olabilir.
Oysa o da farklı yorumlara tabi.
Örneğin “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin yorumunda AK Parti iktidarı yasama ve yürütmeye, CHP muhalefeti ise yargıya ve hatta bazı devlet kurumlarına ağırlık vermekte.
Şu anda AK Parti her seçimi kazandığı için “halk”a güveniyor.
AK Parti’ye karşı olan kesimler içinse halk çoğunluğu rejimi tehdit edebilir.
Bütün bu çeşitlemelerin ötesindeki gerçek ise, bir partinin iktidarda veya muhalefette olmasına bağlı ve dış konjonktüre endekslidir.
İster seçim yoluyla, isterse darbeyle gelmiş olsunlar.
“Ankara”da yönetimi ele geçirenler, iktidar olduklarında muhalefettekinden farklı siyaset izlemek zorundadırlar.
Batı ittifakı, Amerika ile stratejik ortaklık, uluslararası statükoya uyumlu olmak ve genel olarak “Batılılık”, Türk siyasi partilerinin iktidar olmaları halinde izleyecekleri politikanın çerçevesini belirler.
Bu CHP için de, MHP için de, AK Parti için de geçerlidir.
Nitekim siyasi kökenleri ve ideolojik kültürleri ne olursa olsun, şu anda AK parti kadrosu, Türkiye’nin en Batılı (veya Batıcı) siyasi oluşumunu simgelemektedir.
Neticede Gümrük Birliği CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde imzalanmıştır. Neticede idam cezası, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Başbakan Yardımcılığı döneminde kalkmıştır. Neticede Kemal Derviş, DSP Genel BaşkanıEcevit Başbakanken Amerika’dan getirtilip ekonomiye hakim kılınmıştır.
Karşı devrim mi?
“AK Parti Türkiye’yi İran’a mı benzetecek?” diye endişe duyanlar, bugünkü söylemleri ile CHP’nin de dış politikada Türkiye’yi İran’a benzetmek istediği kuşkusuna kapılmıyorlar mı acaba?
Eski Cumhurbaşkanı Demirel, arkadaşımız Fatih Çekirge ile konuşurken, türbana özgürlüğe şunları söylemiş:
- Eğer siz Cumhuriyet’in 85. yılında Cumhuriyet’in bu özelliklerine karşı ‘Demokrasi var ben istediğimi yaparım’ diyerek karşı çıkarsanız, o zaman bu, devrimin getirdiği bazı şeylerden vazgeçmek olur. Bu da karşı devrim olur. Karşı devrimin de nerede başladığı nerede biteceği hiç belli olmaz. Çünkü dinin talepleri sadece başınızı örtmekle bitmez.
İşte biz böyleyiz.
Menderes’in, Demirel’in, Özal’ın Başbakan olmalarını “karşı devrim” diye niteleyen kesimler fazlaca varken Demirel de şimdi “karşı devrim” endişesini seslendiriyor.
- Acaba iki kez karşı devrimci olduğu için mi, yoksa dış konjonktüre uyum gösteremediği için mi devrildi?
Paylaş