Paylaş
Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına çıkması temel ile gelişmeyi beraberinde getirecektir.
Bunlardan ilki ve bence en önemlisi, ülkenin büyük bir siyasi krize girmesidir.
Çankaya, hem Laik hem de muhalefet için bir semboldür. Oraya, türbanlı eşi olan birinin çıkması, sürekli bir gerilim içinde yaşam anlamına gelecektir.
Türban ile ilgili olmamasına rağmen, Özal’ın Cumhurbaşkanlığına çıkışı ve Demirel’in hayatı ona zehir etmesini hepimiz gördük. Üstelik, Demirel’inki tamamen muhalefet kaynaklı bir direnmeydi. Cumhurbaşkanını perişan etti. CHP, AK Partili Cumhurbaşkanına çok daha sert davranacak ve hayatı zehir edecektir.
Bir de, Silahlı Kuvvetleri, Anayasa Mahkemesi,Danıştay ile Adalet mekanizmasının direnişini de ekleyin.
Genelkurmay Başkanının haftalık buluşmaları reddetmesini, tatbikatlara Cumhurbaşkanını davet etmemesini, Anayasa veDanıştay gibi kurumların, Cumhurbaşkanını davet edip eşini davetlerin dışında tutmasını, Çankaya’daki resepsiyonların boykot edildiğini düşünün...
Bütün bunlar imkan dahilindedir.
Yeni bir Cumhuriyet savaşı ortamına sokulacak olan Türkiye, böyle bir durumda, her yönden çöker.
Bürokrasi işlememeye başlar...
Ekonominin çarkları dönmez...
Köşk’teki eski liderine veya kendi içinden çıkan bir arkadaşına karşı sergilenecek böyle bir muhalefete tepki gösterecek olan AK Parti de hırçınlaşacaktır. Kısır döngü, bu ülkeyi mahveder.
Sırf, türbanlı eşini Çankaya’ya çıkartıp sembolik bir zafer kazanmak için, Türkiye’yi böylesine germek günah değil mi?
Kişibaşına 10 bin dolar hedefine ulaşma sözü veren Erdoğan, Çankaya uğrunabu ülkeyi fakirleştirmeyi kendisine yakıştırabilir mi?
Böyle bir siyasi gösteriye değer mi?
* * *
AKP DAĞILIR...
Hadi, Başbakan’ın ülkedeki gerilimin artacağı ve yönetilemeyecek bir noktaya geleceği varsayımını görmezden geldiğini düşünelim...
Turgut Özal gibi “alışırlar, alışırlar” diyerek, ideolojisine yenik düşeceğini ve türban bayrağını, laikliğin kalesi gibi görülenÇankaya köşküne çekebilmek için, uyarıları da dinlemeyeceğini varsayalım.
Peki Başbakan, Köşk’e gitmesi durumunda partisinin parçalanabileceği olasılığını da mı hiç dikkate almıyor?
AK Parti, ANAP’a da benzemez.
Özal, ANAP’ı en yakın adamı olarak gördüğü Aklulut’a bıraktı, buna rağmen partiüstündeki etkinliğini kısa sürede kaybediverdi.
Partiyi kaybetmesi, Türk ekonomisinin gidişini de etkiledi. Yapılması gereken reformlar ertelendi ve Türkiye tekrar patinaja girdi. ANAP’ta zaman içinde eridi.
Aynı durum, farklı şekilde DYP’de de yaşanmadı mı? Demirel’in Çiller’e bıraktığı parti üzerindekietkisi yok olmadı mı?
AK Parti, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına çıkması durumunda, ANAP gibi zaman içinde bile erimez. Olduğu yerde dağılır. Abdullah Gül’ün Başbakanlığı, Erdoğan’ınki kadaretkili olmayacaktır.
Erdoğan, hem partisini kaybedecek, hem de Türkiye’yi götürmek istediğini söylediği yerlere götüremeyecektir.
Aynı soruyu soruyorum: Değer mi?
İşte, Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’yaçıkmamasını gerektiren en önemli birkaç neden...
Herşeye rağmen yine de denemeye kalkar mı?
Ben tahmin etmiyorum.
* * *
SAKIP AĞA’NIN KULAKLARI ÇINLADI
WASHİNGTON
Sakıp Sabancı hala aramızda. Varlığını Washington’da hissettirdi. Önce Pazartesi akşamı ardından da Salı sabahı o kadar çok anıldı ki, eminim son derece memnun olmuştur. Zaten güler yüzüyle, tüm toplantılarda aramızdaydı.
Sakıp Ağa’nın bir vasiyeti daha yerine geldi.
“Benim adıma bir Uluslararası Araştırma Ödülü verin” demiş. Güler Sabancı için bu kadarı yetmiş.
Brookings Enstitüsü ile Sabancı Üniversitesinin ortaklaşa düzenledikleri ödül dört ayrı alanda gerçekleşiyor ve her yıl bir konu seçiliyor.
Türk-islam tarihi, Türk tarihi, Türk ekonomisi, Türk sosyolojisi inceleme konuları arasında. Bu yılki Türkiye’nin yeni jeopolitik ortamı: Politikalar, sorunlar ve yeni açılım fırsatları...
4 ödül ve 4 mansiyon açıklandı.
Birinci 20 bin, ikinci 10 bin, üçüncü 5 bin dolar kazandı, 47’si Uluslararası, 43’ü Türkiye’den olmak üzere 90 başvuru olmuş.
Toplantı ve törenin içeriğini yarınki yazıma bıraktım, ancak şu kadarını söyleyebilirim ki, Sakıp Ağa’ya layık bir organizasyondu.
Davetlilerin kalitesi, Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz’in yaptığı konuşma Sabancı Grubunun gücünü de gösterdi. Zaten ödülün jürisi, işin ciddiyetinin de bir simgesi, Gilles Andreani (Fransa Parlamentosu eski dışilişkiler komisyon üyesi), Carl Blidt (İsveç eski Başbakanı), Prof. Üstün Ergüder (Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü), Dr. Philippe Gordon (Brookings Enstitüsü AB işleri direktörü), Strobe Talbott (ABD Dışişleri eski bakan yardımcısı), Prof. İlter Turan (Bilgi Üniversitesi rektörü), Robert Cooper (AB Komisyonu Dış İlişkiler Siyasal ve Güvenlik İşleri Genel Direktörü).
Sabancı’nın yaptığını diğer zenginlerimizde yapmalı. Özellikle de Avrupayı hedefalmalılar. Türkiye- AB ilişkilerinin böylesine girişimlere çok daha fazla ihtiyacı var.
Paylaş