Paylaş
Öncelikle şu “Sıfır sorun “ politikasının ne anlama geldiğine bakalım.
Alay mı edelim, yoksa ciddiye mi alalım?
“Sıfır sorun” aslında bir metafordur. Yıllar boyunca, etrafındaki ülkelerle sorunlu yaşamış ve bu sorunların tümünün başkaları tarafından ortaya atıldığına inanan bir Türkiye vardı. Bizler hep haklıydık. Onlar hep haksızdı. Burnumuzdan kıl aldırmazdık. Eğer bir ülke ile aramızdaki soruna çözüm getirilecekse, o ülke önce “Özür dilemeli ve ilk adımı atmalıydı”. Biz değil, başkaları hesap vermeliydi.
“Sıfır sorun” sloganı, işte bu mantığı bozmak için ortaya atıldı.
Bizim de haksız olabileceğimizi, bizim de özür dileyebileceğimizi, karşılıklı adımlar atarak sorunları çözebilmemiz gerektiğini anlatmaya yönelikti. Hep bizim haklı olmadığımızı, karşımızdakilere de hak vermemiz gerektiğinin mesajıydı.
Temel amaç, etrafımızda dostça bir ortam ve bu sayede de geniş bir ticaret alanı, yatırımı teşvik edecek bölgeler yaratabilmekti. Bunun için vizeler kaldırıldı, karşılıklı ziyaretler arttırıldı, önemli adımlar atıldı.
Ne yazık ki, bu süreç fazla uzun sürmedi. Acaba biz mi yanlış adımlar attık? Acaba fazla mı iyi niyetli davrandık? Saflık mı ettik? Beceriksizliğimiz mi oldu? Yoksa doğrusunu yaptık da sorun dışımızdakilerden mi kaynaklandı?
Herkesin bu sorulara yanıtı var, ancak ister istemez bugünlere geldik. “Sıfır sorun” ile yola çıktık, bugün “Yüz sorun” ile karşı karşıyayız...
Ağlamayı bırakalım, duruma bakalım.
SURİYE KİMYASAL SİLAH KULLANAMAZ...
Esad’ın kimyasal silah tehdidinin ciddiye alınacak hiçbir yeri yok. Kocaman bir blöften başka bir şey değil. Böyle bir olasılıkta, iktidarını anında kaybedeceğini çok iyi biliyor olmalı...
Suriye bugün Orta Doğu’da en yakından izlenen ülke.
Yarın, öbür gün veya öbür yıl bu ülkedeki dengeler değişecek. Ancak sadece iç dengeler değil, bölge tümüyle sarsılacak.
Esad rejiminin düşmesi veya olayın kanlı bir iç savaşa dönüşmesi; Kürt sorununun boyutlarını genişletecek, İran’ ın bölgedeki konumunu değiştirebilecek, Irak’ taki Maliki rejiminin geleceğini, Lübnan‘ daki Hizbullah hareketini ve Filistin sorununu etkileyecek.
Hepsinden önemlisi, bu değişim Türkiye’de de hissedilecek.
Esad’ın yerine gelecek olan iktidarların Türkiye’ye bakışı, Ankara’ nın işini zorlaştırabileceği gibi, yeniden düşman bir Suriye yaratılmasına da neden olabilir. Şu anda kimse bu ülkenin geleceğini net biçimde göremiyor. Suriye’ nin nereye kayacağını hesaplanamıyor.
Ankara’ ya dışarıdan bakanlar, Suriye muhalefetinin tamamen bizim tarafımızdan yönlendirildiğini sanıyorlar. Oysa muhalif güçlerden bizim de aleyhimize öyle sesler çıkıyor ki, insanı korkutuyor.
Ankara’ nın başındaki en önemli kara bulut Şam’dır.
IRAK‘IN BÖLÜNME KORKUSU...
Türkiye’nin diğer bir kaygısı, Irak’ın bölünmesi.
Başbakan Maliki’nin izlediği politikalar, bu ülkenin Sunni-Şii-Kürt olmak üzere üç ayrı yönetime dönüşmesinin tüm sinyallerini veriyor. Ankara’nın tüm uyarılarına rağmen, Maliki tüm güç ve parayı Şiilerin elinde topluyor. Kürt ve Sunnilerle paylaşmıyor. Bu paylaşım olmadıkça da ülkenin bütünlüğünde çatırdamalar artıyor.
Bölünme olasılığı, hemen her açıdan Türkiye’yi etkileyecektir. En başta Sunni-Şii çatışmasını körükleyecek, Kürtlerin bağımsızlık ilan etmelerini körükleyecek, ekonomik yönden de büyük kayıplarla karşılanacak. Böylesine tehlikeli bir iç savaş, yeni bir göç dalgasını körükleyecek ve fatura yine bize çıkacak. Zaten giderek bozulan ilişkiler, sürtüşme noktasına kadar varabilecektir. Dikkat edilecek olursa, daha şimdiden ilişkiler gerilmekte ve karşılıklı sert suçlamaların sayısı artmakta.
Maliki’nin, özellikle Amerikan askerlerinin tamamen çekilmesiyle birlikte otoritesini daha da arttırması ve sonuçta Irak’ın karışması bekleniyor.
Irak, Suriye’ye benzemez. Bu ülkedeki deprem tüm bölgeyi etkiler.
Ankara’nın bölgedeki ikinci büyük sorunu Irak’tır.
PERDE ARKASINDAKİ ÇATIŞMA
Bütün bu karmaşanın perde arkasında Sünni-Şii çatışması var.
Türkiye’nin en önemli kaygısı da, olayın bölgede böyle bir noktaya doğru yayılması. Dışarıdan bakıldığında her ne kadar Ankara Sünni cephede yer alıyormuş, Sünni kartını oynuyormuş gibi bir izlenim veriyor olsa dahi, gerçekte, ne yapıp edip işin oralara varmasını önlemeye çalışıyor.
Aslında Orta Doğu’ da, oyun içinde oyun oynanıyor. Bu oyunun aktörleri ve hesaplarını şöyle özetleyebilirim:
- Şii cephesinin liderliğini İran yapıyor. Suriye-Irak-Lübnan zincirinin kırılmaması için tüm çabayı harcıyor. Bunun kırılması durumunda, bölgedeki etkinliğinin azalacağını, nükleer pazarlıklarda elinin zayıflayacağını biliyor.Bundan dolayı, Maliki’yi ve Esad’ı tüm gücüyle destekliyor.
İran’ın arkasında da Rusya var. Moskova’nın amacı da, ABD’nin bölgedeki etkinliğini azaltabilmek.
- Sünni cephesinin liderliğini ise, sessiz sedasız ve perde arkasında Suudi Arabistan-Katar ikilisi yapıyor. Bu ikiliye desteği Körfez Ülkeleri, Mısır ve Ürdün veriyor.
Bu cephenin arkasında da ABD ve AB var. Washington, Şii zincirinin kırılması durumunda, İran ile çok daha güçlü bir pozisyonda pazarlık edeceğini ve Filistin konusunda da İsrail’in elini rahatlatacağını hesaplıyor.
Peki, Türkiye hangi cephede yer alıyor ?
Batı cephesinde yer alıp, görünüşte Sünnilere destek veriyor. Ancak temel amacı, bir Sünni-Şii savaşını önleyebilmek.
Başarabilecek mi ?
İşte en büyük soru işareti de bu zaten...
Paylaş