Paylaş
Başkalarının deneyimlerinden hiç yararlanmıyoruz veya aklımıza gelmediği için es geçiyoruz. Son örneğini , Pazartesi günü başlatılacak olan sigara yasağında yaşayacağız.
Nedense, Türkiye en zor yolu seçti.
Önce, kapalı alanların tümünde yasak başlatılıyor. Ancak, lokanta-bar ve kahve gibi alanlar bu yasak dışında bırakılıyor. Onların sigara yasağı 2009 yılında devreye girecek.
Amerika ve Avrupa’da ise, bunun tam tersi yapılmıştı. Toplum yavaş yavaş, alıştırılarak sigaradan uzaklaştırılmıştı.
İlk aşamada, lokanta- bar-cafe gibi alanlarda, sigara içilen ve içilmeyen alanların ayrılmasına gidilmişti. Hatta, sigara içilmeyen bölümler, lokantaların daha iyi bölümlerine alınmış ve böylece insanlar heveslendirilmişlerdi.
Ardından lokanta-bar ve cafe’lerin tamamında yasak kondu.
Bu arada da, yayın yoluyla sigaranın sağlığa ne kadar zararlı olduğu anlatıldı ve kamu oyunda giderek büyüyen bir anti-sigara lobisi oluşturuldu.
En son aşamada, tüm kapalı alanların yasaklanmasına gidildi.
Bizde tam tersinden gidiliyor.
En önce yasak gelmesi gereken lokanta-bar- kahveler sona bırakıldı. Oysa, lokanta-bar ve Kahveleri kontrol edebilmek daha kolaydır. Buralarda sigara içilmemesi lokalin sahibinin denetiminde olacağından sonuç alınabiliyor. Tabii bu arada unutmamak gerekir ki, bu sigara hastalığından kurtulmak ve bu yasağın etkin biçimde uygulanması için, polis korkusundan çok, toplumun kendi kendini denetlemesi önemlidir. Yani asıl, bu yasağın uygulanmasını sigara aleyhtarı lobi sağlayabilir.
Ne yapalım, biz işi zorundan başlatıyoruz.
Belki tam uygulanması daha uzun bir sürecek, ancak eninde sonunda bu beladan kurtulacağız.
ÇOK KEYİFLİYDİ, ANCAK ASLAN SHOW GS’A YAKIŞMADI
Geçen Cumartesi gününü belki bir daha yaşayamayacağız.
Galatasaray’ın şampiyonluğuyla biten üç haftalık dizi, hepimizin nefesini kesti. Şimdiye kadar ben böyle bir sürece rastlamadım. Önce Fenerbahçe’nin 1-0 yenilmesiyle başladı, ardından Sivas maçı ve en sonunda da Oftaş ile tam üç hafta arka arkaya final oynandı.
Çok keyifliydi.
Ne FB’nin son dakikada yenilmesi sonucunda, ne de kıl payı ile şampiyonluk, aslan gibi ve hakkıyla elde edilen bir zaferdi. Hele taraftar açısından keyfine doyum olamayacak üç haftalık bir dizi yaşandı.
Ancak, son gece stada getirilen zavallı bir aslan, GS’a hiç yakışmadı.
Hayvancağız ne olduğunu şaşırmış durumda, flaşlar yanıp sönüyor, müthiş bir tezahürat. Kafesin kenarına sığınmış, dehşet içinde açılmış gözlerle etrafında neler olduğunu izlemeye çalışıyor.
Çok gaddarca bir yaklaşımdı.
Bana kızanlar çıkacaktır, ancak kimin fikri ise, hiçte doğru değişmiş. Bir hayvana böylesine eziyet etmenin ne alemi vardı ki.. .Aslan getirmek gibi uçukluk yapmak yerine, aynı kişiler, şampiyonluk kupası törenini daha güzel organize edebilirlerdi. Oradan oraya taşınan masalar, kopuk eğlenceler dizisi düzenleyeceklerine, GS’a yakışır bir etkinlik sergileyebilirlerdi.
Kısacası, Şampiyonluk ne kadar yakıştıysa, stad içinde kafese sıkışmış, korku içinde bir aslan dolaştırmakta o kadar yakışmadı. Şarklı yanımız ortaya çıktı.
LÜTFEN UÇAKTA CEP’E İZİN VERMEYİN...
Ben uçak yolculuğuna, özellikle uzun menzilli uçuşlara bayılan bir insanım. Bunun başlıca nedeni de, uçağın beni günlük yaşamımın dışına çıkarması, göklerde dolaştırmasıdır. Hergün etrafımda duyduğum gürültü, bağırış çağırışlardan uzak saatler geçirebiliyorum.
Şimdi yeni bir moda çıkıyor.
Cep telefonlarının uçakta da kullanılmasına imkan sağlanacakmış.
Aman allahım, düşünebiliyor musunuz, yanınızda oturan biri, avazı çıktığı kadar iş konuşmaları yapacak veya kavga edecek veya sevgilisiyle mırıldanarak telefonda sevişecek ve sizin bütün huzurunuzu bozacak.
Ne gerek var ?
Birkaç saatliğine dahi olsa telefonsuz yaşanamaz mı ?
Eğer mutlaka konuşma gerekiyorsa, uzun menzilli uçuşlardaki konuşmaları ucuzlatsınlar ve kısa menzillilere de telefon koysunlar. Ancak cep telefonlarıyla canım bir gezinin canına okumasınlar.
Türk Hava Yolları da bu projeyi gerçekleştirecekmiş.
Yapmayın lütfen.
Bırakın, hava yolculuğunun keyfini bozmayın.
Kanal Türk’ün satışı büyük bir deprem yarattı. Gazetecilik mesleğini eleştirme adına, yaygın bir kesim protesto mailleri yolluyor. Soruların sonu gelmiyor. Besbelli, laik kesim şok olmuş. Bunu da hiç saklamıyorlar.
Satışı yapan kişi Tuncay Özkan. Mutlaka başka çaresi kalmadığından dolayı böyle bir yol seçmiştir. Ancak kamu oyu anlamıyor veya anlamak istemiyor. Zira Tuncay Özkan öylesine sert bir laiklik şampiyonluğu yaptı, öyle yayınlar yaptı, Cumhuriyet mitinglerinde öyle konuşmalar yaptı ki, şimdi hangi gerekçeyle olursa olsun, gerekçeleri son derece haklı dahi olsa, yine de kanalını, savunduğu ilkelerin tam karşıtı olan bir kişiye satması tepki yarattı.
Kamuoyunun gözünde bu satış, laiklik üzerinden para kazanmak olarak damga yedi. Bunu silebilmekte hiç kolay değil. Herkesin ağzında aynı söz var, “Kur bir kanal, dinci veya laik bir ideolojinin sözcülüğünü yap, sonra da satıp para kazan…”
CHP’liler de ateş püskürüyorlar.
Başlarda para desteği verdiklerini, buna rağmen yaranamadıklarını ve eleştiri yağmuruna tutulduklarını söylüyorlar. Bazı asker çevrelerindeki konuşmalar da çok sert.
Kısacası yazık oldu.
Bu söylenenler, yazılıp çizilenler Özkan’a yakışmadı.
ÖZDEMİR İNCE’NİN NEZAKETİ (!)
Hürriyet Gazetesi yazarı Özdemir İnce, adı gibi inceliği olan bir insan değilmiş.
Fransız kültürüyle yetişmenin verdiği birkibarlığı ve olgunluğu olduğunu sanırdım. Yanılmışım. Olli Rehn ve Barosso’yu ayrıcılıkla suçlamış. Neden? Zira, AKP’nin kapanmasına tepki göstermişler.
İlginç yazılar yazıyor.
Uluslararası ilişkilerden pek anlamıyor. AB konusunu ve genel ilişkileri sürekli komplo teorilerinedayanarak yorumluyor. Tabii o zaman da komik oluyor. Örneğin, Brookings EnstitüsününAmerika’nın en önde gelen, en iyi tanınan düşünce kuruluşlarından biri olduğundan habersiz. Phil Gordon’un, Clinton döneminin Başkanlık danışmanı ve Türkiye’yi de en iyi tanıyan uzmanlardan biri olduğunu da bilmiyor. İnce için, Gordon ve Brookings, Pentagon ve CIA’nın çalışanları.(!)
Ucuz bir Ulusalcılık mantığı...
Akdeniz Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin 15. kuruluş yıldönümü nedeniyle uluslarası bir seminer düzenledi. Konu; “ Akdeniz Ülkelerinde Yöresel Ürünler, Coğrafi İşaretler ve Sürdürülebilir Yerel Kalkınma” . Seminerin adı size biraz fazla akademik gelebilir. Şöyle anlatayım, biliyorsunuz artık dünyada her alanda korkunç bir rekabet var. Ürünlerde de. Ama artık yeni trend, yerellik. Yani otantik olan, özgün olan daha değerli.Küreselleşme ne kadar moda olduysa şimdi de küresel dünyada yerel değerleri korumak o kadar önemli hale geldi.. Küreselleşme sürecinde Akdeniz ülkeleri de ortak bir yerel kültürü barındırıyor. İşte bu seminer de, Akdeniz ürünleri ve değerleri konusunda bir birliktelik ve dayanışma sağlamayı amaçlıyor. Fransa, İtalya ve İspanya’dan bir çok uzmanı bir araya getirdi. Akademik tartışmaları pratikte de kullanılır hale getirdi. Akdeniz Üniversitesi önemli bir adım attı, emeği geçenler sağolsunlar.
Paylaş