Paylaş
Bir süredir 28 Şubat Belgeseli için Başbakan’dan randevu bekliyordum. Randevumuz 17.30'da idi. Söyleşiyi yapıp, hemen 19.00'daki Ana Haber 'e geçecektim. Ancak olamadı. Başbakan gecikti de gecikti ve çekime başladığımızda saat 19.00 bulmuştu bile...
"Ana Habere yetişemedim, çocuğumun rızkına mani oldunuz (!), bari buna karşılık önce günlük konuları konuşup başlayalım" deyince dayanamadı. Ben itiraz edeceğini bekliyordum, baktım ki kabul etti...
Eh günah benden gitmişti...
Merak ettiğim herşeyi sordum.
Daha önce gördüğüm Erdoğan ile bugünkü Erdoğan arasında fark var tabii.
Bu defa karşımda, kendine daha dikkat eden , temposunu beşinci vitesten ikinci vitese indirmiş, ancak tekrar beşinci vitese çıkmak için de gün sayan bir Erdoğan buldum. Neler geçirdiğini ve neler hissettiğini, bundan sonrası için beklentilerini çok açık şekilde anlattı. Ameliyatını pek saklamamış. Sadece açıklama yaptırmamış. Meğer, medya olarak bizler atlamışız.
En fazla spekülasyonu yapılan konu, Başbakan'ın bağırsak kanseri olduğu, hastalığın etrafa sıçradığı, bağırsaklarının önemli bir bölümünün alındığı ve sürekli kemoterapi gördüğü idi.
Ben de kanser tedavisi gören, kemoterapi olan bir insanım. Bunun ne demek olduğunu, insanı nasıl sarstığını çok iyi bilirim. Birine bakınca, kolaylıkla kemoterapi görüp görmediğini anlarım... Baktım, anladım; “Hayır, görmüyor...”
Başbakan 'a öncelikle bu sordum : Kanser misiniz ?
Çok netti : "Hayır Kanser değilim ..." dedi.
Bir süre önce bağırsaklarında, polip tespit edilmiş . Alınmadığı taktirde, ileride kanserleşebilecek ve mutlaka alınması gereken cinsten polipmiş. Öyle apar topar ameliyata koşturulmamış. Önceden bilinen, yeri ve tarihi kesinleştirilmiş bir ameliyata gitmiş.
" ÖLÜMDEN KORKTUNUZ MU? "
Ancak, ailesinin dışında, etrafındaki kimseye; en yakın arkadaşlarına dahi söylememiş . Bir kişi hariç. O da Mücahit Arslan.
"Nerede ve nasıl ameliyat olacağıma çok dikkat ettim. Dışarıda olmamı tavsiye edenler oldu. Reddettim. Doktorum, ameliyatlarını Amerikan Hastanesi’nde yapıyordu, onun yerine devlet hastanesini tercih ettim..." dedi.
Hastaneye girişi çevresi için sürpriz olmuş.
"Tüm medyayı atlattınız..." deyince şaşırdı "Yooo, akşam 19.00-20.00 civarında normal şekilde evden çıkıp hastaneye gittik. Biri kafasını çevirip baksa görebilirdi" diye yanıtladı. Anlaşılan bizim arkadaşlar artık bildiri gazeteciliğine başlamışlar. Basın bürosu program açıklamayınca, Başbakan’ın nerede olduğunu dahi merak etmez olmuşlar.
Hastaneye gidince, gece son tahliller yapılmış ve sabah erkenden ameliyata alınmış.
Gülümsüyerek , "...Kendimi bir GS’liye teslim ettim " dedi.
Önce anlamadım . "... Dr.Dursun Buğra Galatasaraylıdır ..." diye anlattı.
Her ameliyata girip uyutulanın hissettiklerini Erdoğan da hissetmiş:
"...Doktorlar konuşurken iğne yaptılar ve yavaş yavaş ağırlaşıp uyuyakaldım, sonra birden uyanmış gibi oldum..."
İnsan anında hissetmiyor, kesilmeden ve leporoskopi ile yapılıyor olsa da, zor ve ağır bir ameliyat. Polipler ve bağırsağın belli bölümleri temizlendikten sonra, yoğun bakımda birkaç saat kalıp yukarı çıkartmışlar. Hemen analiz edilmiş ve kanserli hücre çıkmamış.
" Ameliyat sonrasında en çok ses kısıklığı ve sırt ağrısı beni rahatsız etti. Sesimin kısılması, ameliyat sırasında boğazıma konan borudan kaynaklandı ve epey sürdü...Sırt ağrım da sağ yanıma yatırıp ayaklarımı kaldırdıkları için canımı yaktı..."
"...Hiç korkmadınız mı ? "
" Hayır . Doktorlar insanı korkutacak sözler söylüyorlar, ancak ben Allah’ın yazdığına inanırım. Yaratan ne derse o olur..."
OKUMADIĞI KADAR GAZETE, SEYRETMEDİĞİ KADAR TV...
Başbakan’a, ameliyat sırası ve sonrasında doğru dürüst açıklama yapılmamasının, iletişime önem verilmemesinin yarattığı gereksiz spekülasyonları anlattım ve çok hata ettiklerini söyledim.
Hafif bir gülümsemeyle bana bakmakla yetindi.
Anladım ki, İletişime özen gösterilmemesi ve ayrıntıların açıklanmamasının yanlış olduğunu çok kişi söylemiş, ancak bu yaklaşım kendi tercihiymiş. İç dünyasını, özelini paylaşmamayı tercih etmiş. " ...Kimileri gizlice yurt dışına gidip ameliyat olduğumu dahi yazdı..." dedi. Kendi yaşadıklarımı düşününce söylediğini anladım.
Hastane ve evdeki istirahati sırasında ne yaptığını sordum.
"...Eskiden vaktim olmazdı . Ne doğru dürüst gazete okuyabilir, ne deTv seyredebilirdim. Arkadaşlar özetler ve getirirlerdi. Bu defa bol bol gazete okudum ve TV seyrettim...Tartışma programlarını pek tercih etmedim, zira canımı sıkacak sözler duymak istemedim. Zaten son derece belgesiz ve bilgisiz konuşmalar yapılıyor ..." diye yanıtladı.
Peki hangi programları seyretmiş olabilir?
Ayrıntı vermedi, ancak Abbas Güçlü 'nün Koç Üniversitesi’nde benimle yaptığı programa takılmış. "Torununuz ne de güzelmiş, ne şekermiş..." dedi ve torunuyla maceralarını anlattı. Besbelli küçük torununa bayılıyor .
MART AYINDA BEŞİNCİ VİTESE ATACAK ...
Başbakan halen - eskiye oranla - ikinci viteste yaşıyor.
" Doktorlar hala titizlik gösteriyorlar ve fazla yorulmamamı istiyorlar ..." dedi.
Sabahın erken saatlerinde dışarı fırlayıp, gece yarılarına kadar süren, gün içinde 3-4 konuşma, 4-5 toplantı ve sayısız kabulle geçen 24 saatler artık yok. Programlarını kendisi onayladığı için, kerhen ve zorla dahi olsa vitesi küçültmüş. Kendini zorlamıyor. Yorgunluk da hissetmiyor.
Ancak, Mart ayından itibaren “Fırtına estireceğini” söylemeyi de ihmal etmedi.
Bu defa ben gülümsedim. " Aman eğer son gurup toplantısındaki fırtına değil de, Mart’tan sonra daha da esecekseniz , hapı yutacağız demektir " demek zorunda kaldım. Başbakan'ın Mart’tan itibaren beşinci vitese çıkacağı günleri iple çekiyormuş gibi bir hali vardı.
Dış geziler de yine Mart- Nisan aylarından sonra planlanacakmış. Şimdilik birşey yok...
SÜMEYYE, SAHA KOMİSERİ GİBİ, BABASINI DİKKATLE İZLİYOR !
Başbakan ile 28 Şubat konusunda, Ak Parti Genel Merkezi’ndeki buz gibi soğuk o dev salonunda uzun bir söyleşi yaptıktan sonra, titriyerek dışarı çıkarken "Gidip karnımı doyurayım " deyince, (Galiba biraz da kendi kendimi davet ettirmiş oldum) Başbakan, "Olur mu öyle şey, beraber yiyelim " dedi. Hiç itiraz etmedim tabii! Hele bir de Ankara ' nın en güzel paça çorbası ve dönerini getirteceğini söyleyince, geri dönüş uçak biletlerini de gözden çıkardım.
Kim kalmaz ki?
Hem yemekte hem de çekimlerde yanı başında kızı Sümeyye vardı.
Hemen hemen her yerde karşılaştığımız, babasının yanından ayrılmayan genç kız .
"...Siyasete meraklı mısınız ? İleride siyasete girmeyi düşünüyor musunuz? " diye sordum.
“Hayır” dedi. Anladığım kadarıyla babasının gölgesinden çıkıp siyasete atlama fikrini pek sevmiyor. "Bakıyorum, saha komiseri gibi babanızı izliyorsunuz. Anneniz adına, babanızın kendini fazla yormaması için gözlemci gibi mi peşini bırakmıyorsunuz?" deyince Başbakan araya girdi:
"...Benim en acı eleştirmenimdir. Ben dahil hiç kimsenin gözünün yaşına bakmaz ...Danışman gibi yardımcı oluyor ..."
Peki, acaba medyayı nasıl izliyordu? Hatırlayacaksınız , Başbakan Twitter dünyası için “Hakara, makara” demişti. Sümeyye bana, babasının bu yaklaşımından hiç etkilenmemiş göründü.
"...Sosyal medyayı izliyorum. Twitter ' de bambaşka bir dünya var. Bazıları boş ancak, çok ilginç bir nabız atıyor. Gazetelere de bakıyorum ve ilgimi çekenleri çıkarıyorum..." dedi.
Ne kadar reddederse etsin, Sümeyye'nin gözü babasının her adımında. Besbelli, doktorların verdikleri limit aşıldığı taktirde, Emine Erdoğan hemen devreye giriyor (!)
DİNK DAVASININ SONUCUNDAN RAHATSIZ OLDUĞU BESBELLİ ...
Tabii günlük konular da açıldı.
Bunlardan bazıları yazılmamak üzereydi, bazılarından kolaylıkla söz edebilirim.
Bence en önemlisi, Hrant Dink davasının sonucuyla ilgili tutumuydu.
“İçinize sindi mi ? " diye sordum.
Bir Başbakan olarak "Yargı hata etmiştir " diyemeyeceği için, yuvarlak yanıtlar vermesine rağmen, kararın vicdanları rahatsız ettiğini açıkça kabul etti.
Sonradan da konuşurken, rahatsızlığını açıkça gördüm.
Bu arada son birkaç nokta:
- MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a toz kondurmuyor. MİT’te adeta bir devrim yapıldığına inanıyor.
- Genelkurmay Başkanı ve genelinde de TSK'nın yıpratılmaması gerektiğini söylüyor.
- “Dolmabahçe görüşmesi” ile ilgili soruya kahkahalarla yanıt verdi ve ortada dolaşan söylentilerin çok komik olduğunu belirtmekle yetindi.
- KCK tutuklamalarıyla ilgili kuşku ve kaygılarımı anlattım, Kürt sorunununda gidişin kötü olduğunu söyleyince, karşımda buz gibi sert bir Başbakan buldum.
İşte 3 saatlik Başbakan izlenimlerim bunlar.
Yer bulup yazamadığım diğer izlenimlerimi de önümüzdeki günlerde bu köşede sizlerle paylaşacağım.
Paylaş