Yasa çıkarmak kolay değil. Önemli olan yaptığınız yasaları uygulamaktır. Ermeni konferansı kazasından sonra, şimdi de Eğitim-Sen kazası ile karşı karşıyayız. Değişime direnme süreci aşılamıyor.
Kafaların değişmesi çok zor. Çok uzun sürecek bir alışma döneminden geçeceğiz. Yasaları değiştirmek yetmiyor. Değiştirdiğiniz yasaları hayata geçiremediniz mi, hiçbir yere varamıyorsunuz. Bürokrasi direnince, yargı farklı yorumlayınca, tutumlar değişmeyince, olduğunuz yerde sayıyorsunuz.
İşte bunun örnekleri…
En pırıltılı bakanlardan biri sayılan Adalet Bakanı dahi çıkıp, Ermeni konusunda farklı görüş ortaya atmak isteyenleri “arkadan hançerlemekle” suçlayabiliyor. Sonra da, “Ben kişisel görüşümü açıkladım… Ayrıca Devlet Üniversitesinde böyle bir toplantı yapılmamalı” diyor.
Çok kişiden beklenirdi de, doğrusu Cemil Çiçek’ten alışkın olmadığımız bir yaklaşım. O zaman da hayal kırıklığına uğruyorsunuz.
Tam o anda Eğitim –Sen’in kapatılma kararı çıkıyor.
Eğitim-Sen “Bireyler anadillerinde öğrenim görebilmeli ve kültürlerini geliştirmelidir” maddesini tüzüğüne koyduğu için kapatılıyor.
Yerel mahkeme, Kopenhag Kriterlerine uyum yasaları çerçevesinde savcıların açtıkları davayı reddediyor, ancak Kurultay, yerel mahkeme gibi yorumlamıyor. Dar anlamıyla yorumluyor ve bunu “Türkiye’yi bölmek” çerçevesine sokuyor. Uyum yasalarındaki “Günlük hayatta kullanılan farklı dil ve lehçelerin eğitimine” olanak sağlayan yeni değişiklikleri hiçbir şekilde dikkate almıyor.
Bu katı tutumu yerel bir mahkeme izlese, belki anlayışla karşılayabilirsiniz. Ancak Kurultay’ın tutumunu anlamak çok güç.
Aslında bütün bunlar işimizi zorlaştırmaktan başka birşeye de yaramıyor.
Göreceksiniz, Eğitim-Sen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuracak ve bu kararın Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin “ifade özgürlüğü maddesinin ihlali” olduğunu belirtecek. Büyük olasılıkla da kazanacak. Türkiye yine dış baskıyla, yasalarını bir kez daha değiştirecek. Avrupa Komisyonu, Ankara’nın kapısını çalacak.
Ermeni konusunda da, Ankara gereksiz şekilde eleştirilecek. Bu sorunun tartışılmasına dahi izin verilmeyen ülke olarak nitelendirilecek.
İşte bir başka örnek daha.
Muğla Milas’ta Anadolu lisesinde düzenlenen şiir dinlentisinde, 17 yaşındaki bir öğrenci Nazım Hikmet’in “Vatan haini” adlı şiirini okuduğu için, daha toplantı sürerken Kaymakam Hulusi Doğan’ın talimatıyla tutuklanıp savcılığa sevkediliyor.
Kafayı görüyorsunuz değil mi?
Ne gerek var bunlara?
Gerek yok, ancak kafalar değişmedikçe, bu tip engellerle hep karşılaşacağız.
* * *
YARIN DANANIN KUYRUĞU KOPACAK
Yarın dananın kuyruğu kopuyor.
Aylardan beri tartışılan Avrupa Anayasası oylanacak. Son verilere bakılacak olursa, HAYIR’lar hala önde gidiyor.
Fransanın HAYIR’ı herşeyden önce Avrupayı rahatsız edecek. Eski Anayasa uygulamada kalacağından dolayı, günlük çalışmalarda herhangi aksama olmayacak. Ancak, Anayasanın Fransa’da reddedilmesi, ardından Hollanda’daki HAYIR’ları da tahrik edecektir. Bunlara bir de gelecek yıl İngiltere eklenirse, Anayasanın yaşaması imkansızlaşacak ve yıllar sürecek bir yeni Anayasa tartışması başlayacak.
Bu durum Avrupayı gerekecek ve “Nasıl bir Avrupa?” tartışmalarını daha da yaygınlaştıracak.
Bu aşamada bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim:
AB’nin nihai senedine göre, bir veya birkaç ülkenin red oyu vermesi, Anayasa taslağının otomatik olarak iptali anlamına gelmiyor. Nihai senedin 30 nolu deklarasyonuna bakılacak olursa, bir veya birkaç ülkenin reddi durumunda, konunun Devlet ve Hükümet Başkanları doruğunda ele alınması gerekiyor. Yine de bilmemizde yarar var ki, halkının reddettiği bir Anayasayı hiçbir Konsey zorla kabul ettirmez.
Peki böyle bir olasılık Türkiye’yi nasıl etkiler ?
Anayasa sıkı bir federal Avrupa yaratmayı amaçlıyordu. Hatta, EVET taraftarları bile “Eğer Türkiye’nin katılmasını istemiyorsanız, bu Anayasayı kabul edin“ konuşmaları yapıyorlardı. Yeni Anayasa sıkı bir ceket diktiği için, Türkiye’nin çok zorlanacağı ileri sürülüyordu.
Anlayacağınız, Pazar akşamı çıkacak sonuçtan dolayı paniğe kapılmamak gerekir. 3 Ekim’de müzakerelerin başlaması tehlikeye girmeyeceği açıktır. Sorunların ne yönde gelişeceğini ancak önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Varsayımlar ve olasılıklara dayanarak, şimdiden karalar basmayalım.
Biraz sabır…Önümüzü görelim, ardından kararımızı verelim.
FENERLİLERE KABALIK ETMEM…
Geçenlerde Akşam gazetesinde bir haber yayınlandı.
Çengelköy’de yemek yerken, yan masada bulunan FB’li Rüştü ve arkadaşlarının yayına gitmişim ve kimseye selam bile vermeden “Rüştü, FB senin kıymetini bilmedi, Barselona’ya gideceğine sevindim” demişim. Bunun üzerine de, Aziz Yıldırım beyin kardeşi Ali Yıldırım beni sert şekilde susturup “Nasıl böyle konuşursunuz, size yakışmıyor” demiş.
Ben Rüştü’yü seven ve saygı duyan bir insanımdır. Masalarına sadece Rüştü ve arkadaşlarına selam vermek için gittim. Hepsinin elini sıktım. Bu en basit nezaket kuralını bilmeyecek kadar kaba bir insan değilimdir. Rüştü’ ye de sadece “Gazetelerden okudum, Barselona’ya dönüyormuşsun, hayırlı olsun” dedim.
Bunun kötü bir anlama çekileceği hiç aklıma bile gelmedi. Ayrıca Ali Yıldırım’ın kaba bir tepkisini de hatırlamıyorum.
FB’li dostlarımın kalbini kırmak istemediğim için bu açıklamayı yapmak istedim.
Onur Air’in Avrupa’da başına gelenleri, yüreğimiz ağzımıza izledik. Koskoca bir filonun Avrupada yasaklanmasının yaratacağı yankılar çok büyük olacaktı. Hem bir servet kaybolacak, hem de Türkiye’nin rekabet ettiği diğer alanlarda etkilenecekti.
Neyse, hem devlet, hem Onur Air yetkililerinin çabaları sonuç verdide, kapandan kurtulundu.
Şimdi eğri oturalım, amma doğru konuşalım…
Bu olayın içinde mutlaka piyasa kavgası, abartı, rekabet vardı. Mutlaka çifte standartlarda yaşanmıştır.
Ancak, Onur Air ve Türk Sivil Havacılık teşkilatı yetkilileri, suçu sadece dıyarıdakilere atmak yerine, biraz da kendi sorumluluklarını düşünmelilerdir.
Onur Air kurallara uymamış, Türk Sivil Havacılık teşkilatı da, dışardan gelen uyarılara gereken duyarlığı göstermemiştir. Yart kurnazlığı ile eksiklerin üstünün örtülebilineceği sanıymıştır. Bu tutum çok pahalıya mal olabilecekken, sorun aşılmıştır.
Onur Air çok önemli bir şirkettir. Daha da büyümesi, bunun için de ihtimam gösterilmesi gerekir. Bir daha kendi ihmallerinden dolayı böyle bir duruma düşerlerse, kolay kurtulamazlar ve bundan da ülke olarak hepimiz zarar görürüz.
DUYGULARIM
CNN, D-katı, Galaksi, bariyer Danışma Stüdyo, hepsi ayrı kariyer Kelimeler yetmez bura acaip bir yer Ben nereye geldim bu nasıl güvenlik?
Bu dizelerin sahibi Hakan Kılıç. Doğan TV Center binasında üçüncü katta yani CNN Türk’te güvenlik-gözetim elemanı olarak çalışıyor. Bu yoğun mesaiye bir de şiir kitabı iliştirmiş... Adı “Duygularım”
Niçin güvenlik elemanı olarak çalıştığı da satır alarında saklı
Acaba diyorum bende mi var arıza? Bunlar senin yüzünden ah ulan Rıza Ayar çekersin dedin orda birkaç kıza Senin yüzünden oldum burada güvenlik.
Hakan Kılıç’ın bu sıcacık şiirlerini okumak istiyorsanız hemen “Duygularım”ı alın ve okuyun. Bu arada, kitabın gelirinin bir kısmı da Özürlüler Derneği’ne bağışlanıyor. (Gündüz Kitabevi- www.gunduzkitabevi.com)
(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)