Genelkurmay’ın gece yarısı mesajları

Yine Genelkurmay sitesi, yine gece yarısı mesajı. Ancak bu defa mesajı, gündüz bir başka mesaj izledi. Her iki mesajda da önemli sinyaller veriliyor. Genelkurmay “Terörle mücadele benim işim; arkamda durun” diyor. Ama bunu artık Ankara’dan değil, halktan istiyor. Sanki önümüzdeki dönemle ilgili farklı yaklaşımlar gelişiyor.

Haberin Devamı

Perşembe gece yarısına doğru, Genelkurmay Başkanlığı’nın İnternet sitesine bakanlar yine şaşırdılar. Karşılarına hiç beklemedikleri bir saatte, son derece önemli mesajlarla bir açıklama çıkıverdi. Ana başlığı terördü ve “artık bazı şeylerin zamanının geldiğine” işaret ediyordu.

 

Mesajların verildiği açıklamaların neden gece yarısına doğru yayınlandığını pek anlayamıyorum. Bunun mutlaka bir anlamı vardır. Genelkurmay boş yere gece yarısını seçmez...

 

Cuma sabahı da bir başka açıklama yayınlandı. Ama bu mesajlar değil, daha çok yanıtlar veriyordu.

 

Gelelim mesajlara:

 

Haberin Devamı

Perşembe gece yarısı yayınlanan açıklamayı, Mayıs başından bu yana giderek artan PKK suikastları ve Kuzey Irak liderleriyle yaşanan gerilim çerçevesinde okumak gerekiyor.

 

Genelkurmay Başkanı’nın çeşitli konuşmaları, cenazeler ve Cumhuriyet Mitingleri’ndeki hava, Başbakan’ın aynı konulardaki yanıtları, bölgeye asker sevkıyatı ve önceki gün üç ilde açıklanan sivil uçuş yasağı, ortaya bir resim çıkarıyor.

 

Bu resimde, sanki Genelkurmay, Hükümeti bir harekat veya bir şeyler yapması için sıkıştırıyormuş da, Başbakan direniyormuş, seçime kadar beklemek istiyormuş gibi bir görüntü var.

 

Perşembe akşamki açıklamanın satır aralarını ben şöyle okudum:

 

  1. Hükümet hareket etmiyor. Bu konuda inisiyatifi ben alıyorum. Toplumdan da destek istiyorum.
  2. DTP’nin bazı adaylarının Meclis’e girmesi sakıncalıdır. Savcıları uyarıyorum.
  3. Kuzey Irak’a bir harekat yapılmalıdır. Türk halkı, bu olasılıkta askerinin arkasında olmalı.

 

Belki başkaları farklı yorumlayabilirler, ancak ben durumu böyle okuyorum. Cuma sabahı yayınlanan ikinci açıklama da beni doğruluyor. Zira o açıklama da Başbakan’a yanıt gibi.

 

Erdoğan Güneydoğu’da kapatılan bölgelerle ilgili “Biliyorum. Yetkiyi biz verdik” demişti. Bu cümleleri dün de bütün medyanın gündemindeydi.

 

Haberin Devamı

Son açıklamadaysa Genelkurmay daha ilk cümlesinde 2565 sayılı “Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu”nu gösteriyor. “Yetki zaten bende, ayrıca yetki almama gerek yok” diyor.

 

Sanki önümüzdeki dönemle ilgili farklı yaklaşımlar gelişiyor. Asker-Hükümet ilişkisi daha da gerginleşiyor.

 

AKP, NİHAYET CESARETLENDİ

 

AK Parti sonunda, AB ile ilişkiler konusundaki yanlışını gördü. Özellikle Ali Babacan’ın, bu hafta İstanbul’daki enerji konferansında yaptığı konuşma, 2007 yılının nasıl boşa harcandığını gösterdi.

 

AK Parti, 2006-2007 dönemini göz göre göre harcadı. “Seçimler geliyor. Milliyetçilik kabarmaya başladı. Aman AB ile ilgili riskler almayalım. MHP’ye oy kazandırmayalım”  dediler ve AB harflerini dahi ağızlarına almaz oldular. Bazen tam aksine, efelik taslamak, kimin daha milliyetçi olduğunu gösterme pahasına, AB’ye sert çıkışlar yaptılar.

 

Haberin Devamı

Yaklaşık 1,5 yıldır, AB konusunda yaprak kımıldamadı. Sonuçta, Avrupa’nın Türk kamuoyu gözündeki etkinliği sıfır noktasına indi. İlişkilerin ağırlığı kalmadı. AB karşıtları, her yere hakim oldular. Onların borusu öter oldu. Son 1,5 yıldır yaşadıklarımıza bakınca (suikastlar, asker-sivil sürtüşmeleri, PKK terörünün canlanması vs...) AB’nin Türkiye sahnesinden çıkmasıyla neler olabileceği daha iyi anlaşıldı.

 

Baktım, Başmüzakerecimiz Ali Babacan da nihayet bu gerçeği görmüş: “Özellikle son dönemde yaşadığımız iç olaylara baktığımızda bu AB sürecinin Türkiye için ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz”.

 

İstanbul’daki enerji konferansındaki bu saptamasının ardından, Kopenhag Kriterleri’nin önemini de şöyle anlattı:

 

Haberin Devamı

Her ülkenin kendi koşulları özeldir, bizim demokrasimiz bize özel bir demokrasidir, hukukun üstünlüğü bizde de vardır, ama bazen bunun dışında farklı şeyler de yapılabilir gibi yaklaşımlar maalesef Türkiye’yi on yıllarca üçüncü dünya ülkesi olmaya mahkum edecek yaklaşımlardır. Türkiye’de demokrasinin nasıl işlediği her yıl AB tarafından rapor ediliyor. Üye ülkeler dikkatle Türkiye’deki gelişmeleri izliyorlar. Artık bizim iç gündemimiz diye bir şey yok. Türkiye’deki tüm önemli gelişmeler artık AB ülkelerindeki gazetelerde birinci sayfadan manşet oluyor.”

 

Dilerim Ali Babacan seçimlerden sonra iktidar olurlarsa, partisinisaklandığı yerden çıkarır ve AB sürecini tekrar canlandırır. AK Parti, AB’nin kendileri için en önemli meşruiyet unsuru olduğunun, AB’siz ayakta durmalarının güçlüğünü nihayet görür.

 

Haberin Devamı

İLİŞKİYİ TEK BAŞINA AYAKTA TUTUYOR

 

Olli Rehn olmasıydı, Türkiye-AB ilişkileri, şu sıralardaki gibi yerlerde sürünmesinden de kötü bir duruma düşerdi. Rehn ve arkasındaki Komisyon yetkilileri,adeta tek başlarına bu ilişkinin çökmesini önlüyorlar.

 

Bir yanda, Türkiye’yi unutup dosyayı rafa kaldırmaya hazır bir Avrupa, öte yanda ise seçimkargaşasına dalıp her şeyi unutmuş bir Türkiye.

 

2005’ten bu yana tek hedefi, treni rayından çıkartmamaya, müzakereleri durdurmamaya yönelikti. Bunda da başarılı oldu.  2006 Aralığında çok ağır bir tren kazasının, hafif yaralarla atlatılmasını sağladı. Şimdi de, Sarkozy’nin lokomotifliğini yaptığı bir katarın, yaralarını sarmaya çalışan Türkiye’nin üstünden geçmesini önlemeye çalışıyor.

 

Tek başına, Avrupa’nın hoyratlığını önlemeye, Türkiye’yi de uyarmaya çabalıyor. Her iki tarafa da, nelerin yapılması, nelerin yapılmaması gerektiğini anlatıyor. 22 Temmuz’a kadar, dilini ısırarak konuşacak. Seçimlerden sonra da, ilişkileri yeniden canlandırmak için kolları sıvayarak.

 

Eğer Ak Parti doğruyu görüp, gereken dersleri çıkarıp, seçim sonrasındaiktidar olursa, Ali Babacan’ın son sözlerinde değindiği bir yaklaşımı benimser ise, Rehn’in işi kolaylaşacak. Aksi halde, Rehn de sonunda bıkacak ve bırakacak.

 

Rehn’in bu tutumu ve Komisyon’un genel yaklaşımıilişkinin yok olmasını engelledi.Ancak artık taraflarda kıpırdanmalılardır.

 

FUAT SÜREN’E TEŞEKKÜR ETTİNİZ Mİ?

 

Bu yazıyı, 1982 yılında, MEBAN adlı bankerlik kuruluşunda parası bulunanlara yazıyorum.

 

Hatırlayın, Bankerlik fırtınası esiyordu. Kastellive Meban, iki büyük kuruluş halktan topladıkları paralara, rekor oranda (yüzde 25) faiz veriyorlar, bu parayı da yüzde 30 gibi, yine rekor faizle özel sektöre kullandırıyorlardı.

 

Bu saadet zinciri bir gün koptu ve 22 Haziran 82’de, Kastelli’nin kaçışıyla krizin boyutları büyüdü.

 

Meban, Transtürk’ün sahibi Fuat Süren’e aitti. Kapısına birden bire binlerce alacaklı dayandı. Süren’in geri ödemekle yükümle olduğu borç 5 milyon dolar civarındaydı. Bu para, bütün borcunun küçük bir bölümüydü.

 

Fuat Süren kimsenin yapmadığını yaptı ve “hepsini ödeyeceğim” dedi. Elinde ne varsa sattı. Sahip olduğu Türkiye’nin devi, Transtürk’ü kaybetme pahasına borcunu sahiplendi.

 

O dönemde Meban’da içinizden kaçınızın veya ailenizinparası vardı bilemiyorum. Ancak, o dev karmaşada başkaları tüm varını yoğunu kaybederken, siz paranızı almanın mutluluğunu yaşamıştınız. Aranızda benim de yakından tanıdığım insanlar vardı. Mutluluktan yüzünüz parıldamıştı.

 

İşte o Fuat Süren’i geçen hafta kaybettik. Bari bir dua edin, ruhunu şad edin ve tekrar jesti için teşekkür edin...

 

ABANT’I GÖRMEYENLER, ŞİMDİ TAM ZAMANI...

 

Çok yıllar olmuştu... İlk defa lisedeyken otobüslere dolup gitmiştik. Hiçbir şey aklımda kalmamış. Geçen hafta,bir arkadaş grubuyla iki günlüğüne ziyaret etti ve inanamadım.

 

Taksim International(0374 224 50 12, abant@taksimotelcilik.com.tr) otelde kaldık. Öğle yemeklerini otelin Abant Köşkü’nde yedik. Bu kadar güzel bir doğa ve bu kadar güzel bir otel görmedim. Odaları, havuzundan saunasına, oyun salonlarına kadar çok hoş örgütlenmiş. Müdüründen, komisine kadar son derece candan hizmet veren bir ekibe sahipler.

 

Gölün etrafında yürüyüş yerleri ve yarım günlüğüne mutlaka gidip görmeniz gereken MUDURNU’yu da kaçırmayın. Abant’ınormanları, piknik sahaları vetemizliği kadar, Mudurnu’nun evleri de sizi hayran bırakacak. Üstelik ulaşım da çok kolay. İstanbul’dan 2,5 saat, Ankara’dan da 1,5 saat. Yol son derece rahat.

 

Eğer şimdiye kadar hiç gitmediniz ise veya yakınlarda bir hafta sonu geçirmeyi planlıyorsanız, Abant-Mudurnu’yu kaçırmayın. Şu sıralar tam zamanı...

Yazarın Tüm Yazıları