13 saat uçtum, üç günde iki maç seyredip yine 13 saat uçup geri döneceğim. Kimine göre “delilik”, bana göre ise, müthiş bir heyecanı paylaşmak.
Kim oynarsa oynasın önemli değil. Hayatımda ilk defa bir Dünya Kupası finali seyredeceğim. Şimdiye kadar hep gıptayla izledim. O atmosferi merak ettim. Ancak hiç gidememiştim. Gözümde büyümüştü. Bilmedik ülkeye git, bilet bul, maç yerine ulaş… Bu defa Coca Cola’nın davetlisi olarak gidiyorum. Çocuklar gibi sevinerek, 13 saatlik Tokyo uçağına koştum. 3 günde iki maç seyredip yine 13 saat uçup geri döneceğim.
Dünya kupasını şimdiye kadar ekranın bir ucunda izledim. Çıplak gözle, stadın ambiansını hissederek izlemenin keyfini tadacağım. Salı günü yine bu köşe’de buluşabilirsek, heyecanımı sizlerle paylaşmak isterim.
BU İŞ TESADÜFEN GERÇEKLEŞMEDİ…
Hıncal Uluç, Pazartesi günkü MANŞET programında (CNN TÜRK’te hergün 17:00’de yayınlanıyor) çok önemli bir noktaya dikkat çekti. “Milli Takımın bu kupa’daki başarısı performansı tesadüf mü?” diye sormuştum.
Hıncal sivri dilli, sivri kalemlidir. Doğru bildiğini yuvarlamadan söyler. Özellikle futbolu en iyi bilen spor yazarlarından biridir.
“Tesadüf değil” dedi.
1. Genel olarak büyük takımlarda önemli bir form düşüklüğü var. Sezonun yorgunluğu ve as futbolculardaki motivasyon eksikliği büyük. 2. Türkiye elemelerde ve düştüğü grupta çok şanslıydı. Tehlikeli rakip sayısı azdı. 3. Türkiye, yükselen yıldız olduğunu gösterdi. Futbolcularının kondisyonu iyi, kendilerine güvenleri tamdı.
YATIRIM YAPMADAN SONUÇ ALINMIYOR
İşin en önemli yanı da bu…
Bir başarı elde edebilmek için, yıllarca süren bir yatırım, hazırlık gerekiyor. Bol para harcayarak köşe dönülemiyor. Emek, planlama ve sabırlı bir çalışma olmadığı taktirde sonuç alınamıyor.
Hatırlayacaksınız, 1960-70’lerde Türkiye’de futbol tarla gibi sert zeminlerde oynanırdı. Turgut Özal’lı yıllarda sahalar yeşillenmeye başladı.İlk adım böyle atıldı,
Ardından, Galatasaray’ın başına geçen Derwall ile birlikte Ali Uras, Alp Yalman’lı dönemden itibaren genç futbolculara yatırım başladı. Kurumsallaşma ön plana alındı.
Unutmamamız gereken bir diğer isim Fatih Terim’dir.
Fatih, bugün Milli takımda oynayan Galatasaray’lıların büyük bölümünü elleriyle yetiştirdi. Ümit takımından aldı ve büyümelerine imkan sağladı.
Faruk Süren’i de unutmayalım.
Eğer Faruk Süren, Fatih Terim’e destek vermese, yine bugünkü Milli takımın çekirdeği kurulamazdı. Avrupa kupalarındaki başarılar yaşanmasa, bu insanlarımızın özgüvenleri yerleşemezdi.
Hagi, Popescu gibi isimler transfer edilmese, bizim futbolcularımız görerek deneyim kazanamazlardı.
Hiçbir şey tesadüfi olmuyor.
Herkes irili ufaklı katkılardı bulunuyorlar.
Yatırım, planlama ve çalışma.
Sonunda, hasat biçiliyor.
Bizler genelde kısa yoldan başarı peşinde koşmaya alışmış bir toplumuz.
Dünya kupasında karşılaştığımız manzara hepimize önemli bir ders verdi.
AB KONUSUNDA DA SABIR GEREKLİ…
Futbol’da alınan sonuç hangi yöntemlerle elde edildiyse, her konuda aynı yaklaşımı sürdürmek gerekiyor.
Örnek olarak Avrupa Birliğini verebilirim.
Türkiye, Avrupa Birliğine girebilmek, girdikten sonra da yıllar süren hazırlık, planlama ve sürekli reform yapmak zorunda. Yoksa, kısa devre zenginleşmek diye birşey yok.
Hiçbir başarı bedava yakalanmıyor. Futbol kupası, bu gerçeği gözlerimizin içine kadar soktu.
Türk’ün büyüklüğü, el birliği ile hareket etmek, duaların kabul edilmesinden çok, yatırım ve uzun vadeli çalışma gerekiyor.
BAZI KÖŞE YAZARLARI (!)
Basında öyle köşe yazarları var ki, öyle yazılar yazıyorlar ki insan okuduklarına inanamıyor.
Adam tek kelimeyle “cahil.” Buna rağmen, ülke’nin en büyük gazetesinde yazı yazabiliyor. Nedeni basit. “Minik kuşu” ona gagasıyla, genelde resmi kaynaklı ihbar dosyalarını getiriyor. O da tetikçilik görevini “vatan-millet” adına yerine getiriyor.
Bazen dosyasız kalıyor.
O zaman, ekonomi veya Avrupa Birliği konularında yazı yazmaya kalkıyor ve cehaleti tam anlamıyla ortaya çıkıyor. Uçağa binmekten korktuğu için, bütün dünyası Ankara ile sınırlı. Hiç bir Uluslararası deneyimi yok. Strateji nedir, ülkeler arası ilişkiler, uluslararası pazarlıklar nasıl yapılır, bilmez. Durumu böyle olmasına rağmen “görüş açıklayınca” çöküyor.
Sadece “kötülük”, sadece “olumsuzluk” yazmak, sürekli kin kusmak kim bilir ne güç birşeydir. Acıyorum bu çocuğa. Ancak adam olana veya kıskançlıktan çatlayana kadar da, ağzının payını alacak…
OTEL AYISI TAZMİNATI (!)
32.GÜN’ün bu haftaki konuğu Turizm Bakanı Mustafa Taşar idi. Artık genekselleşti. Her yıl Antalya- Alanya şeridine iniyoruz ve turizm bakanını konuk ediyoruz. Bu yıl Mustafa Taşar konuştu.
Yine, Hillside Ma Biche otelindeydik. Bayılıyorum bölgeye. Tabiatın tüm güzellikleri toplanmış. Otel de çok hoş.
Doğrusu, turizm bakanlığına atandığı zaman Taşar’ın bu kadar başarılı olacağını tahmin etmemiştim. Çalışma temposunu, yaptıklarını görünce şaşırdım. Kısa sürede alanına hakim olmuş.
Biz Antalya’da iken, esnaf rahatsızdı. Turistlerin otellere tıkılmasından ve otellere bağlı dükkanlara götürülüp alış veriş ettirilmesinden şikayetçilerdi. Bakan’a kızmak ve Devletten destek beklemek yerine, esnaf bir araya gelip turisti cezbedecek yöntemler düşünse, bence daha doğru yapar ancak, hala zorlama-yasak-devlete tapınma yöntemlerinden kurtulunmuş değil.
MİLYARLARCA PARA KAZANDI
Söyleşi sırasında beni en çok merak ettiren Mustafa Taşar’ın sırtına yapıştırılan “otel ayısı” lafıydı. Taşar’ın bu lakabı kullananları mahkemeye verip milyarlarca liralık tazminat aldığını da duymuştum.
Hep biliriz de , unuturuz.
Meğer laf, körfez krizinin ünlü “çöl ayısı” lakaplı komutanı Norman Schwartzkopf’u anımsayarak, tam o sıradaki Özal-Yılmaz arasındaki İstanbul İl Başkanlığı çekişmesi sırasında Taşar’ın ben de buranın “Schwartzkopf”uyum demesiyle çıkmış. Eh biri Schwartzkopf çöl ayısı ise, Taşar’da “otel ayısı” olur diye bir gazete başlığı atınca, damga vurulmuş.
Aslında bu laf Taşar’ı kızdırmıyor. Ancak, kullananları da cezalandırmaktan geri kalmıyor.