Paylaş
Eminim farkındasınızdır.
Günler geçtikçe Başbakan’ın üstündeki baskılar artıyor.
Bu konuya, tamamen siyasi açıdan yaklaşımları bir yana bırakalım. Onların hesapları başka. Benim dikkatimi çeken, hem Ak Parti içinde, hem de Ak Parti ile ilişkisi olmayan, hatta laik kesimin önde gelen bazı isimlerin ardı ardına çağırılarda bulunmaları.
Ak Parti içinde genişleyen muhalefetin sesi pek yükselemiyor. Zira, lidere ters düşmek anlamına gelen bu yaklaşım, daha çok özel görüşmelerde ele alınıyor. Genelde de Erdoğan’ın yerinde kalması tercih ediliyor. Zaten yapılan anketlerde de bu durum ortaya çıkıyor.
Buna karşılık, liderin etrafında değil de, uzakta duran, partiye oy veren aktif Ak Partililer ise, gittikçe daha çok konuşuyorlar. Erdoğan’ın, partinin başında kalmasını istediklerini giderek yükselen sesleriyle söylüyorlar. Yüksek politika yapmıyorlar. Sadece partinin ve dolaylı olarak da kendi çıkarlarını seslendiriyorlar.
Yaklaşımları son derece gerçekçi. “Bu noktaya kolay gelmedik. Şimdi gerilemeyelim. Erdoğan’ın kişiliği önemli bir itici güçtür” diyorlar.
Bir de, Ak Parti dışındaki kesim var.
Bunlar, siyasi nedenlerle değil, ülkenin gerilime girmemesi dürtüsüyle hareket ediyorlar. Tek istekleri, Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, dengelerin bozulmaması ve gereksiz bir istikrarsızlığa düşülmemesi.
Bazı Sivil Toplum Örgütleri, yazarlar, bilimadamlarından çıkan bu çağırıların sayısı artıyor. Erdoğan’ın dünya görüşünü paylaşmayanlar, genel seçimde ona oy vermeyecek olanlar da bulunuyor.
Toplu biçimde şu mesaj veriliyor:
“Cumhurbaşkanlığını AK Parti’den bir başkasına verin… Siz partinizin başında kalın… Türkiye’yi gereksiz ve yıkıcı bir gerilimden kurtarın…”
Bu mesaja ben de imzamı atıyorum.
Bu işin sonunu da büyük bir merakla bekliyorum.
Acaba Başbakan, inadına Köşk’ü mü tercih edecek, yoksa sağduyuyu mu ?
Köşk’ü veya Başbakanlığı tercih ettiğinde,acaba gerekçesini açıklayacak mı ?
KISA BİR ARA VERECEĞİM…
Aslında bu yazıyı hiç yazmak istemiyordum, ancak gereksiz spekülasyonlara meydan vermemek için kaleme aldım.
Kısa bir süre, basit bir tedavi görmem gerekecek. Bundan dolayı da, birkaç günlüğüne Kanal D Ana Haber Bülteni’ne çıkamayacağım. Ancak, POSTA’daki köşe yazılarıma devam edeceğimi sanıyorum. Çok sıkışırsam belki 1-2 gün aksatabilirim. Böyle bir durumlakarşılaşırsanız, kusuruma bakmayın.
Şimdiden özür dilerim.
İNANILMAZ BİR ESER...
Ertuğ&Kocabıyık yayınları yine müthiş bir esere imza attı. Kapadokya’nın gözlerden uzak medeniyetlerini bir kitapta toplayıp evlerimize getirdi.
Kapadokya’da 4 bin yıl öncesinden başlayarak, bölgeye damgasını vurmuş çeşitlimedeniyetlere ait 250 kilise ve tapınağın resimlerini Ahmet Ertuğ çekmiş, hikayelerini de Catherina Jolivet-Levy yazmış. Resimler, gerçekten bir sanat eseri. Metinler de çok anlaşılan bir üslupla kaleme alınmış.
Kendinizi Kapadokya’da dolaşıyormuş sanıyorsunuz. Üstelik ulaşılması zor yerlerinde nasıl bir zenginliğin yattığını görüyorsunuz. Kapadokya’yı sadece peri bacaları olarak tanımlamanın da, ne kadar hatalı olduğunu anlıyorsunuz.
Ertuğ&Kocabıyık’a teşekkürler.
Türk toplumu dindardı, ancak bu kadar değildi. TESEV’in son araştırmasının satır aralarını okuduğunuz zaman, bu gerçek çok net şekilde ortaya çıkıyor.
“Dindarlaşma” denirken, bunu köktendincilik gibi algılamamak gerekiyor. Din unsuru, daha geniş kesimlere ulaşıyor, yaygınlaşıyor. Günlük yaşamdan, siyasete kadar hemen her alanda kendini hissettiriyor.
İnsanlar, dinden daha fazla söz ediyorlar ve yaşamlarında dine daha fazla yer ayırıyorlar. Bu, giyim kuşamlarından, yiyeceklerine, konuşmalarından kişisel ilişkilerine kadar her kesitte yoğunlaşıyor.
Politikada dahi, oy vermek istenen partinin dine yaklaşımı inceleniyor. Uluslararası ilişkilerde, Müslüman ülkelere bakış, eskiye oranla daha sevecenleşiyor.
Seçmen dindarlaştıkça, siyasetçi de dindarlaşıyor. Adeta bir kısır döngüye giriliyor. Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar hesabı...
Seçmen dindarlaşınca,dine önem veren partiler oy kazanıyor, iktidar olunca da taraftarlarını dindarlaşmaya yönlendiriyorlar.Başka bir deyişle Türkiye’yi AK Parti muhafazakarlaştırıyor, ancak AK Parti’nin böylesine oy alabilmesi de, toplumun bu partinin değerlerini paylaşmasından kaynaklanıyor.
Dünyadaki son gelişmeler de, bu süreci körüklüyor.
Filistin-İsrail savaşındaki haksızlıklar, çok tersten okunsa dahi Afganistan savaşı ve Irak’ta yaşananlar, İslam dünyasında adeta bir Haçlı Seferi gibi algılanıyor. Buna karşı da, cihad çağrıları yaygınlaşıyor. Açıkçası, birbirini tetikleyen iki eğilim ile karşı karşıyayız.
Bu manzara, laik-dinci sürtüşmesi açısından son derece önemlidir. Artık 1950-80 arasınınTürkiye’si yoktur. Farklı bir toplum yapısına geçtiğimizi fark etmek ve reflekslerimizi de buna göre yeniden ayarlamak zorunda olduğumuz apaçık ortadadır. Eğer bir ince ayar yapamazsak, toplumumuzda yaşanan gerilim daha da artacaktır.
Özetle, bizlerin yeni bir laikçi yaklaşım benimsememiz, dindar kesimin de farklı bir tutum sergilemesi gerekmektedir.
NÜKTE PLATFORM …
Elimde Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu’ndan bir faks var.
Nükleer teknoloji karşıtlığına “karşı çıkan” bir faks.
Halkın ve medyanın karşıtlığı sonucu, fizik mühendisleri bir araya gelip “Nükte”’yi, yani “Nükleer Teknoloji Bilgi Platformu”’nu kurmuşlar. Amaçlarını ise, kamuoyundaki yanlış bilgileri ortadan kaldırmak ve önyargıların bilim dışı yalanlar olduğunu halka anlatmak olarak açıklıyorlar.www.nukte.org sitesine bakılıp fikir edinilebilir…
Onlara da kulak verip, ya neye karşı olduğumuzu daha iyi anlarız ya da nükleer teknoloji konusunda düşüncelerimiz değişir.
Bilgiden zarar gelmez, ne de olsa..
Elimde dünyayı tutuyor gibi hissediyorum…
Yaklaşık 40 ülkenin renkleri avuçlarımın içinde…Yerkürenin Renkleri..
Adnan Büyükdeniz’in Al Baraka Türk Yayınları’ndan çıkan kitabının adı…
Kitap değil; rengarenk, üç boyutlu bir atlas daha çok… Şık bir meydandan köhne bir sokağa, oradan çocukların gözlerine, oradan bir kutlamaya...
New York, Budapeşte, Prag, Londra, Malezya, Viyana, Paris, Dubai…
İnsanlar ve anlar..
Emile Zola, “Benim fikrimce, bir şeyi fotoğraflayana kadar onu gördüğünüzü iddia edemezsiniz” demiş.
Büyükdeniz’in farklı bakış açıları, farklı kadrajları karşısında etkilenmemek mümkün mü? Eminim aynı yerlere gidenleriniz bile, kitabın sayfalarında dolaşırken, şaşırarak“ben bunu böyle görmemiştim” diyecekler.
Koltuğunuza yaslanıp bir dünya turu yapmak istiyorsanız, buyurun “Yerkürenin Renkleri”ne…
BU BAYRAM DA LÖSEV’İ UNUTMAYALIM...
Kurban Bayramı bu yıl yılbaşı ile aynı tarihe geliyor..
Çifte telaş.. Çifte heyecan…
Elimdeki faks da işte bununla ilgili beni çok heyecanlandırdı, sizlerle de paylaşmak istedim.
Lösemili Çocuklar Vakfı LÖSEV ( www.losev.org.tr / 0 312 447 06 60), etkinliklerine hızla devam ediyor. Kurban Bayramı yaklaşırken, 3 yıldır başarıyla sürdürdüğü uygulamasını sizlere yeniden hatırlatmak istiyorum.
Eğer kurban bağışı yapmaya niyetiniz varsa, LÖSEV bu bağışları lösemili çocuklara ulaştırmak için canla başla çalışıyor. İsterseniz, kurbanınızı LÖSEV’in desteğiyle İzmir Pınar Et ve Süt fabrikasında kestirebiliyorsunuz. LÖSEV’e yaptığınız bu kurban bağışı, yıl boyunca Pınar’dan taze et ve et ürünleri olarak lösemili çocuklarımızın boğazından geçiyor.
Muhteşem bir yardımlaşma örneği..
Bir vakıf, özel bir şirket ve binlerce gönüllünün tek amacı Kurban Bayramı’nın yararını bütün bir yıla yayıp, binlerce lösemili çocuğun sağlığına katkıda bulunmak.
Hadi bakalım, hepimiz bir olup, binlerce çocuğun gülümseyişine ortak olalım. Onlara hem bayram hem yılbaşı hediyesini birlikte verelim…
Paylaş