Paylaş
Cumhurbaşkanlığı 2003’e kadar her 29 Ekim’de büyük bir resepsiyon verir ve Devlet ile toplumun önde gelenlerini buluştururdu. Kimsenin türbanlı olup olmadığı sorun yapılmazdı.
2003’te, Sezer mutlaka Komutanların da destekleriyle bir karar aldı ve Çankaya Köşkü’nü türbanlı eşlere kapattı. İlk defa Kamusal Alan kavramı getirildi. Bunun asıl nedeni, iktidara gelmiş olan Ak Parti’ye türban konusunda bir mesaj vermek, türbanlıların alanlarını kısıtlamaktı. Eşi türbanlı olan milletvekilleri, bürokratlar, hatta iş ve medya dünyası da, eşsiz davet edilir oldu.
Cumhuriyet tarihindeki, giyimle ilgili ilk ayrımdı bu...
Ardından, Çankaya’ya Gül çıktı.
Gelir gelmez, aynı konuda duyarlılık gösteren Komutanların nasırına basmamak, kriz yaratmamak adına, 29 Ekim resepsiyonlarını ikiye böldü. Gündüz resepsiyonuna Komutanları davet etmedi. Türbanlılar dahil olmak üzere, toplumun bir kesimi, akşam resepsiyonuna ise, yoğunlukla Silahlı Kuvvetler mensupları, devlet bürokrasisi ve yabancı kordiplomatik çağırıldı.
Doğrusunu söylemek gerekirse, garip bir görüntüydü. Kimsenin içine sinmiyordu, ancak geçici de olsa bir oyun sahneleniyordu. Sanki iki ayrı Türkiye vardı ve Cumhurbaşkanı da, iki ayrı kutlama yapıyordu.
Bu uygulama, TSK ile İktidar arasındaki büyük bir mücadele sürdükçe, devam etti.
Ağustos ayındaki YAŞ toplantılarında yaşananlar ve sonuçta iktidarın istediğini kabul ettirmesiyle birlikte, dengeler değişti.
Şimdi, açılmış eski ve yeni yaraların sarılması dön
Cumhurbaşkanı Gül, 29 Ekim resepsiyonunu 2003 öncesindeki uygulamaya döndürüyor. Yani, türbanlı-türbansız ayrımı yapılmadan, Devlet ile toplumun, sivil ile askerin kutlamalara birlikte katılmaları süreci tekrar başlatılıyor.
ASKER NEDEN GELMESİN?
Şimdi herkes merak içinde.
Acaba gelecekler mi?” sorusu soruluyor.
Neden gelmeyecekler ki?
TSK, bir başka Türkiye’nin ordusu değil ki...
Seçilmiş bir Cumhurbaşkanı var. Aynı zamanda, Başkomutan sayılır. Komutanların katılmamakta ısrar etmesi, son derece büyük bir Cumhuriyet krizi yaratır ki, buna kimsenin hakkı olmaması gerekir.
Ayrıca, Cumhurbaşkanı’nın atacağı adımdan, Genelkurmayı önceden haberdar etmesi de, bir devlet nezaketidir. Mutlaka, Genelkurmay bilgilendirilmiş ve olumsuz bir sinyal alınmamıştır.
Başka türlüsü düşünülemez dahi.
Artık barış dönemidir. Kısır döngülerden kendimizi kurtarmak ve Kürt sorunu gibi, çok daha önemli sorunlara yoğunlaşma zamanıdır.
CHP’NİN RESEPSİYON ÇELİŞKİSİ
Besbelli ki, CHP’nin 29 Ekim resepsiyonu konusunda kafası karışık veya kendi içlerinde bir zamanlama sorunu yaşıyorlar.
Ortada üç seçenek var:
Hangisi olursa olsun, Kılıçdaroğlu’nun türban konusunda benimsediği yeni tutum, anlayışlı yaklaşım ile resepsiyona katılmama kararı açık bir çelişki yaratıyor. CHP bu resepsiyona katılmalı, buna karşı türbanın üniversite dışında da serbest bırakılmasına karşı çıkmalı.
YENİ RADİKAL YARIN ELİMİZDE OLACAK...
Radikal Gazetesi yarın yeni formatıyla elimizde olacak.
Kaptan köşkünde de Eyüp Can oturacak.
Tabloid formatını ben çok beğendim. Zaten bu boyutlardaki gazeteleri okumak daha kolaydır. Radikal, daha önce 1-2 defa denenmiş olan bu formatla tiraj yarışına girecek.
Başarılar dilerim.
Eyüp Can’ın olaylara bakışını, Hürriyet’teki yazıları ve Referans gazetesindeki duruşuyla izledik. Radikal çok prestijli bir isim. İsmet Berkan’ın bu prestijde büyük emeği vardır. Kaptan köşkünden indi, ancak onu kaybetmedik. Hürriyet’teki köşe yazılarıyla, her zaman keyifle okuduğumuz görüşlerini bizlerle paylaşacak.
AKAYDIN’A BİR TÜRLÜ BOYUN EĞDİREMEDİLER...
Çok kimse gibi, Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne bu yıl damgasını vuran Kusturica skandalının temelinde, CHP Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’a diz çökertilme çabası olduğuna inanıyorum.
Antalya, Büyükşehir Belediyesinin MHP’li meclis üyesi Reşat Oktay’ın ucuz milliyetçilik gösterisi ve ardından çıkıp, böbürlenerek “Genel Başkanımızdan övgü dolu bir tebrik mesajı aldım” demesi, işin altında ne olduğunu açıkça belli ediyordu.
Hele Bal adlı filmi Koza Film Festivali’nde ödül aldığı için, Antalya’da ödüllendirilemeyeceğini bildiğinden, Kusturica’yı gerekçe göstererek, protesto adına festivalden çeken Semih Kaplanoğlu’nun tutumu da anlaşılır gibi değildi.
Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın ise, işin başından itibaren başı dik durdu. Başkaları gibi, korkup kaçmadı. Kusturica’yı festival dışına itmeye kalkmadı. Bu olayın tamamen, CHP’ye yönelik bir ucuz milliyetçilik show’u olduğunu gördü.
Gerçek bir Başkan gibi hareket etti.
MARMARA’DA YAKINDA BALIK KALMAYACAK...
Milliyet’in çok sevdiğim Cadde ekinde Mehveş Evin imzalı yazıları kaçırmıyorum. Hepinize de tavsiye ederim.
Son haftalarda Marmara‘yı ele aldı.
Merak ediyorum, acaba yetkililer okuyorlar mı?
Acaba önlem almak için oturdukları yerden kalkmayı düşünüyorlar mı?
Mehveş çığlık atıyor.
“Avrupa Birliği’ne verilen sözleri yerine getirin” diye bağırıyor.
Marmara’daki gırgır teknelerine boy standardı getirin, diyor.
Avlanma alanlarını küçültün, diyor.
Boğazı tümüyle gırgır ve trole kapatın, diyor.
Sonunda da ekliyor:
“Eğer böyle giderse, çocuklarımız balığı sadece akvaryumlarda görecek”, diyor.
Duyan var mı acaba?
DENİZ TEMİZ’DEN NEFİS BİR DERGİ
Deniz Temiz/Turmepa, herhalde bu ülkenin en yararlı Sivil Toplum Örgütlerinden biridir. Denizlerimizi bizlere karşı korumak gibi, dünya’nın en zor ve en nankör işini yapıyor. Genel Müdür Levent Balar, şimdi de bir dergi yayımlamaya başladı. Semiha Öztürk Pişirici’nin yönetiminde hazırlanan dergiyi mutlaka görmelisiniz. Deniz ile biraz ilişkiniz varsa, kaçırmamalısınız. (www.turmepa.org.tr adresinden dergiye ulaşabilirsiniz)
68’İN KADINLARI
Ayşe Yazıcıoğlu’nun “68’in Kadınları” adlı kitabı Doğan Kitap’tan çıktı. Yazıcıoğlu kitabında, Batı ülkelerinde 68’li gençlerin “daha yaşanabilir bir dünya” istekleri ve aynı dönemde Türkiye’de politize olan kadınları anlatıyor. Kitapta, 68’li 16 kadın ile yapılan röportajlar yer alıyor.Bunların arasında Ferai Tınç, Şule Perinçek ve Işıl Özgentürk, tanıdıklarımızdan. 60’larda başlayıp, 70’lerde
KIRLANGIÇ’IN OKUMA UÇUŞU
Gazeteci Özdemir İnce’nin “Kırlangıcın Okuma Uçuşu” adlı kitabı Destek Yayınları’ndan çıktı. Kitap, 2010 Bulgaristan Penio Penev Uluslararası Şiir Ödülü’nün de sahibi. İnce kitabını “Kaleminin ucuna geldiği gibi yazmış”. İnce, rahat, içten, gözlemlerini, itiraflarını, itirazlarını anlatmış.Kitabın arkasından bir alıntı yapmak istiyorum: “İslam’ın hoşgörüsü”, “Türk hoşgörüsü” gibi böbürlenmelere karnım tok. Yahudi, Rum, Ermeni gibi adlarının hakaret sıfatı olarak kullanıldığı bir toplumda karnım nasıl tok olmasın? Rum tohumu, Ermeni dölü, Yahudi sahtekarlığı! Irkçı ve İslamcı basının ağzına ve hakaret türlerine bir bakın: Nefretle korktukları bir orgenerali Yahudi dönmesi yapmadılar mı? Bunların tümü Osmanlıcı, ama padişahlarının kaçının anasının Ermeni, Rum ve Yahudi olduğunu unuturlar. (0212 252 22 42)
Paylaş