Paylaş
Dün bu ülkenin yakın tarihinde yeni bir sayfa açıldı.
Bu sözü çok sık kullanılan bir klişe gibi algılamayın.
Son 50 yılını darbe beklentileriyle geçirmiş bir kuşak için, o mahkeme salonunun manzarası inanılır gibi değildi. Darbeyle demokrasiyi yıkan, işkence yapan, gencecik insanları idam eden bir kafa yapısı yargılanıyordu.
Asker, övünme unsuruydu.
Daima en iyisini o bilirdi… En iyi eğitimi o alırdı… Vatanı en iyi o korurdu… Sivil topluma demokrasinin ne olduğunu da o öğretirdi… Türk toplumunun en güvendiği kurum da onun yönetimindeydi… En namuslu da o idi…
Bir de akıl hocaları vardı. Asıl tehlikeli olanlar, işte o sivil erkandı. Neyin nasıl ve ne zaman yapılacağı konusunda fikir ileri sürerler, paşalarının yanında övüne övüne dolaşırlardı.
Yılışık yılışık gülen ve paşalarına övgüler yazan gazeteleri ve gazetecileri de unutmamız gerekir. Kimi TRT’de, kimi yazılı basında gövde gösterisi yapar, abuk sabuk yorumlarla diğer meslekdaşlarını yerden yere vururlardı.
İşte bütün bunları düşündükten sonra, bu davanın benim için ne anlama geldiği, sanırım daha iyi anlaşılır.
Burada yargılanan sadece Evren veya Şahinkaya değil. Darbeci kafalar yargılanıyor. Toplumu, güdülmesi gereken bir koyun sürüsü gibi gören, cahiller ordusu olarak niteleyen bir kafa yapısı yargılanıyor.
Ne kadar sürerse sürsün, sonuç ne olursa olsun, bu dava kendi başına bir demokrasi başarısıdır…
Gerisi ayrıntı…
ASIL DEMİREL HESAP SORMALIYDI…
Ben de şaşırdım doğrusu...
12 Eylül’ün en önemli mağdurlarından biri Süleyman Demirel’dir.
Siyasi iktidarın başıyken, göz göre göre devrilmiş ve mağdur edilmiştir.
Çırpınıp durmuş, terörün durdurulması için asker ne istediyse vermiş, defalarca
“Paşam ne istediniz de vermedik? Silah dediniz silah; para dediniz para. Neden hala harekete geçmiyorsunuz?” diye sorgulamış, ancak doğru dürüst hiç yanıt alamamış.
Sözüm ona, Başbakanlık’a bağlı çalışan, ancak müsteşarı asker olan MİT’e sormuş; oradan da bilgi gelmemiş. Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’ i Genelkurmay’ a yollamış, sonuç çıkmamış.
Özetle, bir ülkenin başbakanı yalanlarla oyalanıp, devrilmiş.
Yıllardır hep aynı soru sorulur: Acaba, Demirel tüm komutanları emekliye sevkedip duruma el koyamaz mıydı?
Hayır.
O günlerin Türkiye’si darbelere alışmış, iş adamlarının ve medyanın demokrasiyi hiç de önemsemediği bir ülkeydi. Genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanları birer kutsal varlık olarak görülürlerdi. Demirel elini uzatmaya kalksa, Kemalist kesim tarafından çiğ çiğ yenir ve yok edilirdi.
Demirel’ in eski hesapları açmamak ve rövanşist tutumlardan kaçınmak gibi bir huyu vardır. Siyaset hayatında da hep bu ilkeden hareket etmiştir. Ancak artık tarihe ışık tutmasının zamanı gelmedi mi acaba?
PKK SORUNUNU DA 12 EYLÜL YARATTI..
12 Eylül darbesinin bu ülkeye bıraktığı en ağır miras, Kürt sorununun boyutlarını köpürtmek ve bugünkü boyutlarına gelmesini sağlamak olmuştur.
Asker kafasıyla böyle bir sorunu çözmeye kalkarsanız, işte sonuç budur.
1980’de daha PKK yoktu. Öcalan’ın adı duyulmazdı. Dağlarda “Apo’cu” eşkiyalardan söz edilirdi, o kadar.
Ne zaman ki, Diyarbakır Cezaevi icad edildi, Ahmet Türk’ler başta olmak üzere, Kürt siyaseti yapmak isteyenler işkenceden geçirilmeye başlandılar, işin ucu koptu.
Diyarbakır’ da yaşananları hiçbirimiz doğru dürüst bilmiyoruz. Tanıkları aşadıklarını anlatıyor, ancak mantığımız bir türlü bunu kabul etmiyor! Bu kadar insanıl dışı, vahşi uygulamalar nasıl yapılmış olabilir diyoruz. Bilinen bir tek şey var. O da PKK’ nın ilk kadrolarını Diyarbakır’ dan topladığıdır. Öcalan ile yaptığım ilk söyleşide de anlatmış, “Eğer Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar olmasa bu kadar özverili bir kadro kuramazdık. İlk çekirdeği onlar oluşturdular. Türk askeri bu açıdan bize çok yardımcı oldu” demiş ve gülmüştü. Aslında son derece doğru ve önemli bir noktaya değiniyordu.
Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananların ardından PKK çığ gibi büyüdü.
Hele 12 Eylül’cülerin vatandaşlıktan atıp özellikle Almanya’ya kümelediği Kürtlerin de organize olmalarıyla birlikte, örgüt uçuşa geçti.
“ BİZİM ÇOCUKLAR BAŞARDI…”
12 Eylül’de eli kirli olanların sayısı az değil.
Bunların arasında Washington da var.
NATO konseyinde “Askeri komite” de toplanırdı. Hiç unutmam, 1980’in Mayıs ayındaki toplantıda ABD’ nin eski genelkurmay başkanlarından ve o dönemin ABD Dışişleri Bakanı Haig defalarca, gazetecilerin önünde Türkiye’ deki durumun tehlikelerinden söz etmiş ve açıkça “Müdahaleye” yeşil ışık yakmıştı. Evren de bize “Hangi ülke genelkurmay başkanı ile konuşsam, nedir bu gidiş diye soruyorlar” derdi.
Washington başta olmak üzere, tüm NATO ülkeleri darbeye göz kırpıyorlardı .
Bu çerçevede en ilginç anektod, dönemin ABD Milli Güvenlik Konseyi üyesi ve Türkiye uzmanı Paul Henze’nin, 12 Eylül darbesini Başkan Carter’a haber veriş şekliydi.
Carter, tanklar Ankara’da yola çıktığı anda Washington’daki Kennedy Center’de bir konser izliyormuş. Henze kulağına eğilip (Our boys did it) “Bizim çocuklar başardı (veya yaptı)” demiş.
Henze bunu bana anlattı. Bunu 12 Eylül 04:00 kitabında yazınca da söylediklerini reddetti. Ancak kamera kaydındaki sözlerini gösterince kabullenmek zorunda kaldı.
Paylaş