Benim Kıbrıs veya AB konularındaki görüşlerimi eleştirme yarışına girenlere sesleniyorum:Yanlış adresi taşlıyorsunuz. Benimle uğraşacağınıza, kendi mesajlarınızı doğru dürüst verin veya kendi işinizi doğru dürüst yapın. Politikaları ben saptamıyorum. Sadece sizlerden farklı düşünüyorum. Belki güç olacak ancak demokrasiyi artık içinize sindirin.
Son haftalarda benimle ilgili yorumlar yine artış gösteriyor.
Yıllardan beri kimi övgü, kimi sövgü dolu eleştiriler alırım ve hepsini de anlayışla karşılarım. Ancak özellikle Kıbrıs tartışmaları çerçevesinde bazı meselakdaşlarım (hoş, bir bölümüne meslekdaş dahi diyemiyorum ya...) ve belirli çevrelerden kaynaklanan tepkiler öylesine terbiye sınırlarını aştı ki, artık yetti...
Görüşlerimi eleştirenlere hiçbir sözüm yok. Aksine başımın üstünde yerleri var. Ancak hakarete varan yazıları, kimi yayınları gördükçe gözlerime inanamıyorum.
Bu kişilere söyleyeceğim iki çift söz var:
Beyler benimle uğraşarak ne kazanıyorsunuz anlayabilmiş değilim. Uygulanan politikaları ben oluşturmuyorum. Ankara’da oturan sivil ve askeri makamlar kararları veriyorlar. Benim yaptığım, olaylar ve bu politikalar hakkında görüşlerimi açıklamaktan ibaret. Köşe yazıları, radyo yorumları ve TV programlarıyla, her demokratik ülkedeki gibi, bakışımı yansıtıyorum. Sizlerden farklı düşünüyor olabilirim. Sizde farklı düşünüyorsunuz, ben sizlere hakaret ediyor muyum?
Eğer benim yorumlarım etkili oluyorsa ve geniş bir çevre tarafından benimseniyorsa, kabahat ben de mi, yoksa görüşlerini doğru dürüst anlatamayan veya benimsetemeyen sizlerde mi?
Beyler, benimle uğraşmak yerine kendi işinizi iyi yapın. Etkili olun, kendinizi dinletin. Bana hakaret ederek, yalan dolan yazılar yazarak yanlış adresi taşlıyorsunuz. Doğru iş yapmak, mesleğinin gereklerini yerine getirmek ne zamandan beri suç sayılmaya başlandı, anlayamıyorum.
Artık demokrasiyi içinize sindirin. Dünyanın ve Türkiye’nin değiştiğini görün.
Bazı kurumların arkasına saklanıp, onların sözcülüğünü yapmaya kalkışmayın. Zira o kurumların size ihtiyaçları yok. Kendilerini savunmayı, görüşlerini açıklamayı gayet iyi bilirler.
Kendinizden farklı düşünenleri vurarak hiçbir sonuç alamayacağınızı anlayın.
Ben nasıl olsa değişmeyeceğim.
Bildiğim doğruları tekrarlayacağım. Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarını savunacağım. Sizde kendi görüşlerinizi savunun. Çamur atarak etrafınızı susturmaya kalkmayın.
* * *
DAİMA SAYGI DUYDUM
Çarşamba günü Hürriyet Gazetesinde yayınlanan bu fotoğrafı Rauf Denktaş çekti., gazetede resim altını yazanlar “hem eelştiriyor, hem de samimiler” gibilerinden, eleştiri mi mizah mı pek anlaşılamayan şeyler yazmışlar. Ben hem Denktaş’ı , hem de Soysal’ı sert şekilde eleştirdim. Gerektiğinde yine de eleştiririm. Onlar da beni eleştirirler. Ancak daima birbirimize saygı duyarız. Belki bazıları, her eleştirilen kişiyle saç saça kavga edildiğini sanırlar. Oysa biz uygar insanlarız. Her karşılaştığımızda birbirimizi iğneleriz, espri yaparız. Uzun yıllara dayanan bir dostluğumuz olduğu için, zaman zaman birbirimize çok kızsak dahi, karşılaşınca hemen buzlar erir. İşte bu resmin hikayesi de sadece budur. Birbirini eleştiren dostların bir araya gelince, unutabildikleri sevgilerini nasıl tekrar keşfettiklerinin resmidir. Sonra tekrar eleştirilere dönülse dahi, Soysal-Denktaş sevgi ve saygımı kaybetmediğim ve kaybetmeyeceğim iki insandır.
DENKTAŞ VE SOYSAL KİMSEYE HAKARET ETMEDİLER
Gazetecilikle ilgisi olmamasına rağmen, sırf basın kartı taşıyabilmek için Washington’dan Türkiye’deki bir medya kuruluşuna muhbirlik yapan bir çocuk, kişisel sitesinde bana kin kusmuş.
Bu çocuğun yazdıklarını ciddiye almadım. Ancak yalan yanlış bilgilerin içinde, Rauf Denktaş’ın ben dahil bazı gazetecilere hakaret ettiği, Mümtaz Soysal’ın üç parmağıyla (!) ayıp bir işaret yaptığı gibi yalanları okuyunca, bir düzeltme yapma ihtiyacı duydum. Sayın Denktaş “o.... çocukları” deyip demediğini, Soysal ayıp hareket yapıp yapmadığını isterlerse (bunca gündem içinde böylesine bir minüskül yalana zaman ayırırlar mı, ayırmazlar mı bilemem tabii) açıklayabilirler. Ancak ben, Türk heyeti ile gazeteciler arasındaki bol esprili, birbirine takılmanın ötesine giden bir hakaretleşmenin yaşanmadığını açıklamayı bir görev bilirim. Sözü edilen iki kişinin, ne kadar farklı görüşte olursa olsunlar, kimseye hakaret ettiklerini de son 35 yıldır hiç görmedim.
AKP, ASIL ŞİMDİ İKTİDAR OLDU...
Kıbrıs sorunu gerçekten çözülebilir veya başka nedenlerle çözümlenemeyebilir. Artık önemi yok.
Önemli olan, Türkiye’nin New York görüşmelerinde attığı adımdır. Taraflar arasında bir anlaşma olmadığı taktirde, BM Genel Sekreterinin boşlukları doldurmasına yeşil ışık yakmak, başka deyimle Kofi Annan’a açık çek vermek, bir hükümet için gerçekçen cesaret gerektiren bir adımdır.
Heç birimiz Kıbrıs osrununun çözülebileceğine inanmıyorduk. Birilerinin, eninde sonunda ayak koyacaklarına ve gidişi durduracaklarına inanıyorduk.
Dektaş olmazsa askerlerin etkileyeceklerini sanıyorduk. Geriye dönüp bir bakalım...
En cesuru, en başarılısı, “Kıbrıs fatihi” diye adlandırılan Ecevit dahi, zamanında bu engelleri yaşamamıştı.
“Yavru Vatan” ve “çakıltaşı dahi verilmez” edebiyatı 30 yıldır kafalarımıza işlenmişti. Nice girişimler, nice takvimler görmüştük. Ancak hiçbirinden sonuç alınamadı. Bir defasında Türk tarafı engellediyse, öbüründe Rumlar engellediler.
Tayyip Erdoğan- Abdullah Gül ikilisi , 1960’ta Menderes-Zorlu gibi cesaretle ortaya atıldılar. Eleştirilere göğüs gerdiler, derin devletin tehditlerine aldırmadılar. Çözüm için gereken en hayati adımı (BM Genel Sekreterini hakem seçmek) attılar.
Başta da dediğim gibi, sorun çözülür veya çözülmez, arıtk önemli değil. Önemli olan, AKP’nin bu eşiği geçmiş olmasıdır. Yıllardır kemikleşmiş, ancak artık hiçbir işe yaramayan stratejik gerekçelerin, Helenizmin, Anadoluyu kuşattığı teorilerinin ve yavru vatan tabusunun yıkılmasıdır.
Bu aşamaya geldikten sonra, AKP Kıbrıs’ı mutlaka çözer. Rumlar direnseler dahi çözüm bulunur. Zira en güç adım atılmıştır.
Askeri yönden en önemli bir konuda son kararı siyasi iktidar vermiştir.
Bugün AKP gerçekten iktidar olmuştur
THY UÇAKLARI DÖKÜLMEYE BAŞLADI
Benim gibi çok uçak seyhati yaparlardansanız, eminim sizlerin de gözüne batmıştır. Türk Hava Yolları filosunun, özellikle dış hatlarında kullandığı uçaklardan bir bölümü, kelimenin tam anlamıyla dökülüyor.
New York gibi en gözde hatlardan söz etmiyorum. Örnek vereyim, bayram tatilinde Yeni Delhi’ye uçtum. Eğer yanılmıyorsam A310 tipi uçaklarla gidip geldim. Diğer başka hatlarda karşılaştığım uçaklarda da hemen hemen aynı manzaraları yaşadım.
Koltuklar perişan durumda. Eskimiş olan hiçbir şey değiştirilmemiş. Aksine, üstü örtülmekle yetinilmiş. Özellikle 5-7 saat’lik uzun uçuşlarda servis kalitesi giderek düşüyor. Oynatılan filmlerin görüntü kalitesi çok kötü. Business Class kabinindeki koltukların ayakları kalkmıyor.
Meydanda servis veren yer ekibi ile yolcular arasında sürekli bir gerilim, zaman zaman da kavgalar yaşanıyor. Bazı merkezlerde nedense meydan müdürleri -herhalde yolcu ile muhatap olmamak için- ortada görünmemeye özen gösteriyorlar ve THY’a servis veren yerel memurlarla yolcuyu başbaşa bırakıyorlar.
Rötarlar, nedenleri ve ne zaman hareket edilebileceği konuları yeterince duyurulmuyor. Yolcuya bilgi vermeme modası tekrar hortlamaya başladı.
Özetlemek gerekirse, geçtiğimiz yıllardaki THY görüntüsü artık yok.
Her filonun yaşlanması doğaldır. Hele Türk yolcuların genelde herşeyi hoyratça kullanma alışkanlıkları da dikkate alınırsa, THY’ nın daha da çabuk aşınması normaldir. Ancak önemli olan, gereken önlemlerin önceden alınmasıdır.
Hele Genel Müdürlükteki görev değişiminden sonra, yeni yönetimin yeterince özen göstermediği izleniminin doğması hiçte hoş değil.
KİTAP KÖŞESİ
Kazmacı'nın Arızalı Erkekler'i
Daha önce TV spikeri ve köşeyazarı olarak tanınan Güler Kazmacı yazarlığa soyunarak "Arızalı Erkekler" isimli bir kitap çıkarttı. Nokta Yayınları'ndan çıkan kitapta doğru adamı bulduğunu zanneden ama onunla birlikte olduktan sonra fikrini değiştiren kadınların öykülerini anlatılıyor. Kazmacı'nın kitabında anlattıklarının gerçek olaylar olduğunu açıklamasıyla kitabındaki ünlü “Arızalı Erkekler” merak konusu oldu. Kitaptaki öykülerin ana karakterlerini orta yaşlı, kariyeri bitme noktasına gelen kadınlar ve onlarla ilişkiye giren ruhsal problemli erkekler oluşturuyor.
* * *
İsmail Çöl çıkardığı iki kitabıyla okuyucularıyla buluşuyor
Uzun yıllar İşçi Postası isimli gazetede köşe yazarlığı yapan, Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde sendikacılık ve sosyalizm hakkında yazılar yazan İsmail Çöl iki kitap çıkarttı. Bunlarda biri yazdığı son dönemde tüm şiirlerini içinde topladığı "Şiirle Yaşamak" diğeride "Maçka Saray Cinayeti" isimli roman... "Şiirle Yaşamak" şiirseverler için mutlaka okunması bir kitap, eğer macera kitaplarını okumaktan hoşlnıyorum diyorsanız o zaman tercihiniz "Maçka Saray Cinayeti" olmalı
KIBRIS’TA ÇAKIL TAŞIM DAHİ YOK
Bazı sitelerde benim Kıbrıs’ta gayrimenkulüm olduğu, gizli vatandaş statüsünde olduğum ve bundan dolayı çözüm için özel bir çaba harcadığım iddiaları dolaşıyor.
Tümüyle yalan bir söylenti.
Kıbrıs’ta bir tek gayrimenkul veya menkul veya siz nasıl adlandırırsanız adlandırın bir malım yok. Hiçbir zaman olmadı. Hiçbir zaman da olmayacak.
Bu tip pislikler atanlar iddialarını devam ettirebilirler, ancak benim okurlarımın doğruyu duymalarını istedim.
Ayrıca, Ada’da gayrimenkulü olan herhangi bir gazetecinin konuyla ilgili tutum almasının etik değerlere uymadığı şeklindeki yaklaşımı da doğrusu garip karşılıyorum. Eğer bu mantıktan çıkacak olarsak o zaman Türkiye’de malı olan gazetecinin örneğin gayrimenkul vergileri veya buna ilişkin konularda hiçbir fikir öne sürmemesi hiçbir şey yazmaması gerekir ki bu da kendi içinde saçmalığın dik alasıdır.
(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)