AKP komik bir parti. Yaşadıklarımızın, demokrasi ile filan bir ilgisi yok. Tam bir koyu muhafazakarların ayaklanmasını yaşıyoruz. Hem bize, hem AB’ye hem de Erdoğan’a meydan okunuyor.
Zina yasası tartışmaları AKP içindeki koyu muhafazakarları ayaklandırdı. Buna tam anlamıyla bir başkaldırı diyebiliriz. Bazıları, yaşadıklarımısı farklı yorumlayabilirler, ancak benim dışardan görebildiğim veya AKP’nin dışarıya yansıttığı izlenim böyle...
Zina konusunda kazan kaldıranların, ağırlıklı olarak Orta Anadolu ve Güneydoğu kökenli oldukları söyleniyor. Bu tutum, namus veya dinden çok hem parti yönetimine, hem de liderlik kadrosuna bir dayatmadır. Avrupa Birliği kıstaslarına karşı çıkmaktır.
Ben, isyancı milletvekillerini suçlamıyorum. Onların bu şekilde düşünmeye hakları vardır. Beni rahatsız eden parti yönetiminin zamanın gereken diyaloğu kuramamış olmasıdır. Bu isyanı, zina’dan çok, Erdoğan ve ekibinin yönetim şekline bir tepki şeklinde görüyorum.
Ne olursa olsun, göreceksiniz bu zinaya ceza tutkusundan eninde sonnuda vazgeçilecek. Ya parti kendi içinde bunu halledecek veya dış koşullar bizi zorlayacak.
Açıkçası AKP de bıktırdı, zina tartışmaları da. Ben, hafta sonunu kendimi GS-BJK maçına endeksleyerek geçirmek istiyorum.
* * *
GS-BJK NASIL BİTER...
Ben Galatasaraylıyım ve Galatsaray’ın galip gelmesini isterim.
Yarınki maçtan söz ediyorum.
Şu sıralarda tüm uzmanlar, spor adamları tahmin yarışındalar. Ben ne spor yazarıyım, ne de uzmanım. Ancak, tahmin yapma yeteneğime de güvenim vardır.
İşte bu yeteneklerime (!) dayanarak, çeşitli değerlendirmeler (!) ve analizlerden sonra, sonucun beraberlik olacağına kanaat getirdim.
Şaka bir yana, BJK iyi futbol oynuyor. Bugüne kadar kendini gösteremediği için, GS maçına özellikle ağırlık verecektir. Ancak, UEFA kupasının yorgunluğu dikkate alınırsa BJK’dan Pazar günü olağanüstü bir performans beklenmemelidir. İnönü Stadında oynamanın avantajını da kullanacak olmasına rağmen, ister istemez zorlanacaktır. Ayrıca Norveç’te sergilediği futbolu tekrarlarsa işi daha zorlaşır.
GS ise, bu maçı kazanarak lig iddiasını sürdürmek isteyecektir. Takım giderek düzelmektedir. Sonuçta ben ya GS’ın galibiyetini veya beraberlik öngörüyorum.
Eğer tahminim doğru çıkarsa tebrik, yanlış çıkarsa hoşgörülü eleştiri beklerim. (!)
TÜRKİYE’NİN ÖZKÖK PAŞA ŞANSI
Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün bu dönemde TSK’nın 1 inci Başkanlığında bulunması Türkiye açısından büyük bir şanstır.
Çarşamba günkü gazetelerde sizde mutlaka okumuşsunuzdur. Bilkent Üniversitesi Siyaset Bölümü’nden Metin Heper ile yaptığı konuşmada, bugüne kadarki askeri müdahelelerin “başarısız” olduğunu söylemiş ve son derece doğru bir değerlendirme yapmış. Eninde sonunda halkın isteklerinin öne çıktığını belirtmiş. Darbelerin devirdiği liderlerin bir süre sonra tekrar siyaset sahnesine geldiklerine dikkat çekmiş.
Bu gerçeği askerlerin hemen hepsi bilir, ancak nedense hiç söylemezler.
Özkök paşa, Türk Silahlı Kuvvetlerini en önemli değişimlerin yaşandığı, AKP gibi başka bir dünya görüşüne sahip bir partinin iktidar olduğu, Avrupa Birliğinin tüm projektörlerinin üstümüzde bulunduğu bir sırada yönetti.
Aşırılıkları törpüledi.
Tepkileri kontrol altında tuttu.
Bütün bunları da, Irak krizi, Pentagon ile ilişkilerin kopma noktasına geldiği, Kıbrıs’ta Annan planı tartışmaları sırasında yaptı. Hem de, bazı emekli komutanların yıkıcı bir eleştiri kampanyasına göğüs gererek gerçekleştirdi.
Org. Özkök’ün katkıları gözden kaçırılmamalı.
FRANSA : “TÜRKİYE’YE TARİHİ GECİKTİRELİM”
Avrupa Birliği Komsiyonu üstündeki Fransa baskısı hergün artıyor. Sorun, Türkiye ile katılma müzakerelerinin başlama tarihinden kaynaklanıyor.
AB Komisyonu Türkiye’ye tarih vermeyecek. 6 Ekim’de yayınlanacak raporunda, Türkiye ile müzakerelere başlanabileceğini veya başlanamayacağını açıklayacak. Tarih verme, 17 Aralık’ta Brüksel’de toplanacak olan AB Devlet ve Hükümet Başkanlarının işi. Ancak Fransa, doruğa kalmadan önlemini alıyor. Avrupa Komisyonunun raporunda aynı konuda bazı uyarıların konmasını istiyor.
Paris Türkiye ile müzakerelerin Fransa’da bu yıl ortası yapılacak AB anayasası referandumundan sonra başlatılmasını istiyor.
Nedeni de, Türkiye ile müzakerelerin başlatılmasının kamuoyunda “Türkiye’nin tam üyeliği “ diye algılanması. Böyle olunca da, tepki gösterip Anayasa referandumunda red oyu verme olasılığı. Fransız hükümeti bu riske girmek istemiyor.
Bundan dolayı da, Türkiye ile müzakerelerin, Fransa’daki referandumdan sonra başlatılmasını istiyor.
AB Komisyonu bu baskıdan kurtulabilir. Ancak 17 Aralık doruğunun Fransa’yı reddedeceğini sanmam. Yani, Türkiye ile müzakerelerin 2005 Eylül-Ekim dönemine kayması olasılığı doğuyor.
Ancak bu da hiç önemli değil. 2005’in ha Temmuz ayı olmuş, ha Eylül’ü... Müzakereler 2005’te başlasın da, hangi ay başlarsa başlasın...
BU PARALARI TOPLUM OLARAK YEDİK
Kriz döneminde 21 Banka farklı nedenlerle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna geçti. Toplam olarak 42 milyar doları birkaç banka sahibi ceplerine atmış gibi bir ortam yaratıldı. Bu sonuçtan banka sahiplerinin de mutlaka sorumlulukları vardır, ancak kendimize yalan söylemeyelim.
Bu paraların büyük bölümünü toplum olarak hep birlikte yedik.
Nasıl mı?
- TMSF raporuna göre, 21 bankadan 204 bin kişi borç almış ve geri ödememiş. Kimi parayı batırmış, kimi fırsattan istifade yok olmuş. Bu paranın tutarı da 1 kartilyon 241 trilyon. - Bu bankalar muazzam reklam harcamaları yaptılar. Milyarlarca dolar, reklam şirketleri aracılığı ile TV ve yazılı medya’ya aktı. Bu sayede insanlar daha büyük paralar kazandılar. Programlarının fiyatları arttı, bu programları yapanlar, oynayanların cebine para girdi. - 21 Banka gereksiz dahi olsa, şubeler açtı, binalar yaptı. Bunlara da milyarlarca dolar harcadılar. Yine bu paralar inşaat sektörüne, çalışana gitti.
Demek istediğim çok basit.
Kriz öncesindeki harcamalardan (özellikle 1980-2001 arası) Banka sahipleri de, bizler de nemalandık.
Devlet deseniz, gidişi görmesine rağmen hiç ilgilenmedi. Aksine “garanti veriyorum, paranızı yatırın” dedi. Bürokratlar göz yumdu. Gereken uyarıları yapmadılar. Onlar da nemalandılar.
Şimdi kalkıp bütün sorumluluğu bu insanların sırtına yıkmak, onları birer şeytan gibi göstermek “ayıp-hata ve haksızlıktır”
Patron olduklarından dolayı, gayet tabii sorumlulardır, ancak bu insanları kamuoyunun önünde çarmıha gerip yakma noktasına getirmenin tek gerekçesi olabilir: Kendi sorumluluğunu saklama.
Ne dersiniz.
Devletiyle, halkıyla kendi suçlarımızı mı saklamaya çalışıyoruz dersiniz?
“COCA COLA VE BABAMA TEŞEKKÜR”
İki hafta önceki Türk-Yunan Euro 2006 için eleme maçına iki fün kala belki de hayatımın en güzel futbol olayına gideceğimi hiç düşünmemiştim.
Coca-Cola gerçekten mükemmel bir organizasyon yapmıştı. Uçaktan otele gidip, hemen ardından 2 saatlik Atina ve Akropolis’e kısa bir tur, Akropolis eteklerinde çok güzel bir restoranda yemek yedik. Öğleden sonra otel odasında kendimi karşımdaki Parlemento binasında gerçekleşecek nöbet değişimini uzaktan izlerken buldum.
Akşam üstü kısa bir kokteylden sonra hepimiz otobüse binip stadın yollunu tuttuk. Yol boyunca, Hıncal Uluç’tan Gürcistan maçının kısa yorumunu, akşamki maçın taktik olasılıklarını dinlemek, Ali Kırca ile Galatasaray’ın Hagi’ye verdiği önemi ve Hakan Şükür’ün bu akşamki olası performansını konuşmak, Kenan Onuk’un sadece “Zor maç” dedikten sonra otobüsten Atina sokaklarını izlemesi, Selahattin Duman’ın hayattan ne kadar zevk alan birisi olduğunu öğrenmek, Hasan Cemal’in yüzünden düşmeyen tebessümü ve İlker Yasin’in maçın geniş analinizi benim için unutulamayacak birer andı... Hepsinin keyfini çıkardım. Bu ustaların canlı yayında ve sanki sadece bana anlatıyorlarmış heyecanı ile stada vardım.
Maç süresince ustalarla stereo şeklinde maçı seyretmenin zevkini tattım.
Teşekkürler Coca-Cola.
Maça gidemeyip benim gitmeme yol açan babama (!) ve tüm ustalara da teşekkürler...UMUR BİRAND
AZNAL’DAN ÖZÜR DİLEMELİYİZ
Herhalde Van’ın merkez Ocaklı köyünde yaşayan Gıyasettin Aznal’ı herkes tanıyordur. “Haydi kızlar okula” kampanyası nedeniyle evini ziyaret eden iyi niyet elçilerini bir dövmediği kalan kişi. Yeğenini “Beni assanız dahi okula göndermem” diyen şahıs.
Üstelik çocukların babası da değil. Sadece amcaları, ancak sesi o kadar cırtlak çıktı ki, herkesi bastırdı. 15 yaşındaki Sibel Aznal şaşkın. Babası ise, seyirci.
Aslında 222 sayılı yasanın 55. maddesi, ilkokul çağındaki çocukları okula yollamayan veli veya vasilere 1 ay hapis cezası verebiliyor. Gıyasettin Aznal ne veli, ne vasi. O sadece cehaletin simgesi. Sorumlu da değil. Asıl sorumlu, ona zamanında okul götüremeyen bizleriz. Eğer T.C. Gıyasettin’in ailesini, Gıyassettin ve kardeşlerini eğitebilmiş olsaydı, bugün yeğenini evde tutmak için böylesine çağdışı kalmış bir tepki göstermezdi.
Gıyasettin’i değil, kendimizi suçlayalım ve bari şimdi harekete geçelim.
(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)