Paylaş
Mutlaka biliyorsunuzdur, ancak ben yine de hatırlatayım.
Wikileaks belgeleri, uluslararası ilişkiler açısından son derece önemli bir dönem başlattı. İlk defa, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın nasıl çalıştığı, bu dev bürokrasinin ve çarkları döndüren beyinlerin nasıl işlediği hakkında ipuçları elde edildi.
Bu belgeler Bağdat'taki Amerikan Büyükelçiliği’nden, bir Amerikalı asker tarafından çalındı. Dünyanın çeşitli başkentlerinden Washington'a yollanan ve Merkez’in de, Bağdat'a servis ettiği telgrafları içeriyor. Tabii içlerinde Ankara'daki ABD Büyükelçiliği’nin ilettiklerinden de bol miktarda var.
Ankara'dan Washington'a her yıl binlerce telgraf gider. Bugüne kadar Wikileaks'den sızan telgraf sayısı henüz çok az. Adeta buzdağının ucunu görebildik diyebilirim. Ancak bu kadarı dahi, Amerikan diplomatlarının bizleri nasıl inceledikleri, nasıl değerlendirildikleri konusunda bir fikir veriyor.
AMERİKALILAR TSK'YI SANDIĞIMIZ KADAR TANIMIYOR.
Herşeyin başında, bu telgraflarda beni hayrete düşüren en önemli bulgu, Amerikan yetkililerinin, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bizim sandığımız kadar iyi tanımadığı izlenimi oldu.
Eski algılama, TSK ile PENTAGON'un adeta iç içe çalıştıkları, ilişkilerinin çok sıkı olduğu şeklindeydi. Geçmişteki her darbenin altında Washington'un parmağı vardı. Washington'dan “direktif alındığı” hikayeleri anlatılırdı. Komplo teorisyenleri, TSK'yı adeta Pentagon'un emrindeymiş gibi gösterirlerdi.
Meğer durum farklıymış.
12 Eylül müdahalesinde duyduğumuz "Bizim çocuklar başardı" (Our boys did it) dönemi çoktan bitmiş.
Wikileaks 'den sızan telgraflarda bu durum açıkça görülüyor.
Özellikle, PKK terörünün arttığı 1990'lardan başlayan bu ayrışımın, Irak istilası ile birlikte daha da yaygınlaştığı, hatta TSK'daki Amerikan aleyhtarlığının inanılmaz boyutlara vardığı anlaşılıyor.
Ankara'dan giden telgraflarda bu durum açıkça görülüyor. TSK-ABD arasındaki askeri ilişkilerin sanıldığı gibi, karşılıklı güven ve dayanışmaya dayanmadığı, özellikle Türk askerinin Amerikalılara kuşku ve kaygıyla baktıklarını ortaya koyuyor.
" TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?" SORUSU HEP SORULUYOR...
Diğer ilginç bir bulgu, Amerikan Büyükelçiliği’nin, Türkiye'deki milliyetçi kabarmayı zamanında görüp, Washington'u uyarmasıdır.
Sık sık Merkez’in dikkati çekilmiş. Araştırma yapılmış. Çeşitli kesimler yoklanmış.
Milliyetçi akımın nereden kaynaklandığı ve bunun ne kadarının asker kökenli olduğu soruşturulmuş. Milliyetçi akımın, Türk-Amerikan ilişkilerini ne yönde etkileyeceği sorgulanmış.
Telgraflarda, Ak Parti ile ilgili olarak henüz fazla bir değer yargısı yok.
Erdoğan'ın farklı olduğu, eski liderlere benzemediği sık sık belirtiliyor ancak karşıt bir tutum da (Edelman dönemi hariç ) yok.
İçerdeki tartışmalar bildirilmiş, ancak üstünde çok durulmamış. Hele “şeriat tehlikesi” gibi bir cümleye hiç rastlanmıyor.
Buna karşılık, Davutoğlu'nun en dikkatle izlenen kişi olduğunu da söylemek gerekiyor. Telgraflarda, Türkiye' nin nereye gittiği konusu en çok işlenen konulardan biri. Eksen kayması veya Türkiye' nin başka denizlere yelken açma eğilimi işlenmekle birlikte, alarm zilleri çaldırılmamış.
Tekrar edeyim, bu izlenimler elimize ulaşan belgelere dayandırılıyor. Bunların sayısı da henüz çok az. Yani, yanıltıcı olabilir. İleride yenileri ortaya çıktıkça, bu izlenimlerde de bir ince ayar yapmak gerekebilir.
* * *
AMERİKA ELÇİLERİ SİYASET YAPMIYOR...
Wikileaks'den genel olarak sızan belgelerin tümünü okuduğunuzda, Ankara'dakiler gibi, dünyanın dört bir yanına dağılmış olan ABD diplomatlarının bazı özellikleri çok net şekilde ortaya çıkıyor.
Kimseler alınmasın, ancak son derece profesyonel bir kadro oluşturdukları açıkça görülüyor.
Bakın benim saptadığım bazı noktalarda neler var :
- Amerikan diplomatlarını, bırakın diğer ülke diplomatlarını, Avrupalılardan ayıran en önemli özellikliğin, yolladıkları telgraflarda siyaset yapmamaları, Washington'u yönlendirmemeye dikkat etmeleri olduğunu söyleyebilirim. Aralarında tabii ki ideologlar da var, ancak sayıları çok az. Büyük çoğunluğu, bulundukları başkentin resmini çekiyor. Washington'a bu resmi yansıtıyorlar. Politika yapmayı merkeze bırakıyorlar.
- Temaslarında da mümkün olduğunca, madalyonun tek tarafını yansıtmıyorlar. Mutlaka karşı görüşleri de telgraflarına ekliyorlar. Madalyonun iki tarafını da vermek için çaba harcıyorlar.
- Washington'a yollanan telgraflarda, Büyükelçilerin dünya görüşlerine göre de değerlendirmelere rastlanıyor. Bir Demokrat büyükelçi ile bir Cumhuriyetçi'nin yaklaşımı ister istemez değişiyor. Yine de mümkün olduğunca objektif davranmaya çalışıyorlar.
- Bizim "dedikodu" diye adlandırdığımız ve küçümsediğimiz birçok ayrıntıyı da Washington' a gönderiyorlar. Merkez’in her şeyden haberdar olması isteniyor.
- Bence en önemli yanları, toplumun tüm katmanlarıyla görüşme alışkanlıkları. Bunu Avrupalılarda, hele diğer Asya ve Afrika ülkelerinde bulamıyorsunuz.
YENİ BÜYÜKELÇİ İLİŞKİLER İÇİN SAĞLIKLI BİR İSİM
Ankara'ya gelen yeni Büyükelçi Francis Joseph Ricciardone işte böyle bir elçiliğin başına geçiyor. En büyük avantajı, Türkçeye hakimiyeti ve Türkiye'yi tanıması. Uçaktan indiği andan itibaren farkını göstermesini bildi .
Ricciardone, sadece Türk-Amerikan ilişkileri değil, Türkiye'nin genel olarak batı dünyası ile ilişkilerinin en önemli geçiş döneminde Ankara'ya geldi. Yanlış anlamalara hiç yer olmadığı bir süreçte, ülkemizi iyi bilen birinin atanması, her açıından bir şanstır.
Unutmayalım ki, Amerikan diplomatları içinde iyileri ve başarılı olanları kadar, başarısız ve bu bürokrasi çarkına ayak uyduramayan, Washington' u yanıltanları da vardır. Ancak ne olursa olsun bilgili ve sağlam bir Büyükelçi her şeyi değiştirebiliyor. Hiç değilse yol kazalarını önleyebiliyor.
Paylaş