AB’nin önceliği Türkiye değil...

Brüksel

Biz haklı olarak kendimizi ön planda görüyoruz. Ancak AB’nin önceliği, Kıbrıs dahil tam üyeliğe giden 10 ülkeyi kazasız içeri almak. En büyük tehdit ise 19 Ekim Pazar günkü İrlanda referandumu.

Avrupa Birliği’nin, 13 aday ülke hakkında yayınladığı rapor, bütün gözlerin Brüksel’e dönmesine yol açtı. Belçika başkentinin hali görülecek gibiydi. 13 ülke temsilcileri, lise bitirme karneleri dağıtılan çocuklara benziyorlardı. Kimi çok memnun, kimi öğretmenden şikayetçi, bazıları da haksızlık yapıldığına inanmış, kızgındı.

Arka arkaya basın toplantıları, bitmek tükenmek bilemeyen TV söyleşileri ve açıklamalarla, Brüksel tam bir cadı kazanını andırıyordu.

Bir nokta çok açık şekilde dikkatimi çekti.

AB Komisyonu ve Konseyi olsun, AB işlerini izleyen yabancı medya olsun, Türkiye’nin adaylığı konusuyla pek ilgili değiller. Daha doğrusu ilgililer de, henüz öncelikli bir konuma sokmamışlar. Türkiye’nin daha zamanı olduğuna, henüz tam pişmediğine inanılıyor.

Buna karşılık AB’nin önceliği, 13 adaydan 10’unu (Türkiye, Bulgaristan, Romanya hariç) kazasız şekilde topluluğa tam üye yapabilmek. Bu nedenle, Türkiye’den fazla söz edilmiyor, fazla zaman harcanmıyor, fazla tartışılmıyor. Bu durum Kopenhag doruğuna kadar da devam edeceğe benziyor.

Oysa Ankara bu yılın “Türkiye için karar yılı” olmasını istiyordu.

Ancak olmadı.

Bu yıl, 10’lu genişleme yılı olacak.

Türkiye yılı, 2003-2004 dönemine bırakılmış.

AB’nin ilk önceliği, Kıbrıs dahil 10 üye ülkeyi kazasız şekilde tam üyeliği taşımak ise, diğer bir önceliği de 19 Ekim Pazar günü İrlanda’da yapılacak olan referandum sonucu. Eğer İrlandalı’lar “HAYIR” derlerse, tüm genişleme programı suya düşecek. Yani Kıbrıs’ın tam üyeliği de, Türkiye’ye tarih verilip verilmemesi de tüm önemini kaybedecek.

Bu dere geçilirse, geriye bir de AB Anayasasını hazırlayan Konvansiyon çalışmaları kalıyor. Özellikle Türkiye kararı bu çalışmadan etkilenecek.

Anlayacağınız, Brüksel’de günün konusu bizler değiliz...

* * *

HİSARCIKLIOĞLU, ERİŞ VE ÇELEBİ’NİN ORTAKLIĞI

Geçen hafta Brüksel’de biraz da tesadüş sonucu, işveren ve işçi çelişkisi bir yana bırakıldı, tam aksine işçi-işveren ortaklığı ön plana çıkıverdi.

Brüksel’de aynı anda, TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, IKV Başkanı Eriş ve DİSK Başkanı Çelebi bir araya geldiler. Farklı nedenlerle aynı kentte buluşmuşlardı. Ancak AB Komisyonundaki lobi faaliyetlerine birlikte gittiler.

Karşılarında Türk işçi ve işverenini birlikte görenlerin şaşkınlıklarını tahmin edebilirsiniz. Özellikle Komisyon’un Yunanlı Komiseri Diamaudopulos Türk heyetinin morallerini yükseltti.

DİSK, Türk-İŞ’i de tahrik edip önümüzdeki haftalarda mutlaka Brüksel başta, kardeş sendika konfederasyonlarını ziyaret etmeli, onları da hareketlendirmeli...

Tren kaçarsa, bundan işçiler de olumsuz etkilenecekler.

* * *

ADAPAZARININ ÇIĞLIĞINI DİNLEYİN...

Eğer Perşembe akşamki 32.GÜN’ü (CNN TÜRK) izleme fırsatınız olduysa, Sakaryalı’ların öfkesinden herhalde korkmuşsunuzdur.

Ben korktum...

Deprem görmüş beldeler içinde en kızgını Adapazarlılar. Zira aldatılmışlar, hayal kırıklığına uğratılmışlar. Bol bol vaatlerde bulunulmuş, sonradan unutulmuş. Torpil işlemiş, yolsuzluklar alıp yürümüş.

Bir dokunuyorsunuz, bin ah dinliyorsunuz. Şimdiye kadar 6 bölge dolaştık, böylesine bir tepki dalgası ile karşılaşmadık.

Herkes herkesle kavgalı.

Vali ve Belediye Başkanı ateş yağmuruna tutuluyor. Kalıcı konuta çıkan, tamanlanmamış evden şikayetçi, prefabriklerde oturan kalıcı konuttakine kızgın, zamanında çadırda kalmış olanlar hepsinden nefret ediyor.

Öğrenciler, hasarlı evini dahi kiralamayan ancak Devletten hala yardım isteyenleri eleştiriyor; kent halkı toz topraktan müzdarip.

İnanılır gibi değil...

* * *

ORHAN BORAN’A TEŞEKKÜR AZDIR...

Bizler gençtik, o sahnelerde fırtınalar estiriyordu. Şimdi övgüyle söz edilen Stand-up Comedy” veya tek kişilik show’ları Türkiye’de ilk defa Boran başlattı.

İpana- Bilen Kazanıyor yarışmasıyla, Yuki skeçleriyle radyodaki tek yakın dostumuzdu.

Espri yapmakla, laubalilik arasındaki farkı bize o öğretti. Fıkra anlatmanın inceliklerini ondan öğrendik. Bize kabalık etmeden, güzel bir Türkçe ile de insanların şirin olabileceklerini, karşılarındakileri güldürebileceklerini gösterdi.

Hafta içinde Orhan abi için bir onur gecesi düzenlenmiş. Gidemediğim, daha doğrusu haberim olmadığı için çok hayıflandım. Bilsem, kapıya dayanır rica minnet kendimi davet ettirirdim.

Zarar yok, o yaşasın ve aramızda olsun, yeter.

* * *

BİR DÖNEM BİR ÇOCUK

Altan Öymen adeta yürüyen bir tarih kütüphanesi gibidir. Olayları yorumlamayı da –ne yazık ki şu sıralarda herhangi bir gazetede yazmıyor, oysa çok ihtiyacımız var- yılların verdiği deneyimin süzgecinden geçirip yaptığı için, makaleleri ve görüşleri son derece ağırlıklıdır.

Doğan Kitap’tan yayınladığı “Bir Dönem Bir Çocuk” adlı kitabı, tipik Altan Öymen klasiği. Çocukluk ve gençlik yıllarını, o dönemin olayları ile öylesine güzel yoğurmuş ki, bir anı kitabı değil, Türkiye’nin yakın geçmişini yaşıyorsunuz.

Altan Öymen, hem tarihçi, hem iyi bir gözlemci, hem siyasetçi ve bütün bu kalitelerini kaleminde toplayabilmiş nadir insanlarımızdan biridir. Bence medya’nın “Akil adamlarının” başında gelir.

“Bir Dönem Bir Çocuk” çok rahat okunuyor. Altan’ın üslubu, insanı rahatlatıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin nereden nereye geldiği, Cumhuriyet’in emekleme dönemlerindeki sorunlarla bugünküler arasındaki kimi paralellik veya kimi farklar çok çarpıcı şekilde önümüze çıkıyor.

Altan Öymen’in ellerine sağlık. Gerisini de mutlaka bekliyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları