Paylaş
Daha önceleri bu kadar vurgulamazlardı. Konuşmalarda, belki de bizler sormadığımızdan dolayı, ön plana çıkarmazlardı.
Bu defa ben de üzerlerine gittim.
Son derece önemli ve ilginç bir perde açıldı ve sahneye, Türkiye’nin laik-demokratik sisteminin garantörü olduklarını söyleyenler çıktı.
“Eskiden fazla vurgulamamamızın nedeni, zaten laik-demokratik sistemin, tam üyeliğin olmazsa olmaz koşullarından biri sayılmasındandı. Bunu tekrarlamanın bir anlamını göremiyorduk” diyen, AB Komisyonu yetkilisi, yeni Anayasa üzerinde konuşulurken, bu cümleyi ortaya çıkardı: “Avrupa Birliği’nin, Türkiye’nin laik-demokratik sisteminin en önemli garantörü olduğunu” söyledi.
“Eğer Türkiye, laik-demokratik sistemini zayıflatırsa, AB’de yer bulamaz” cümlesi sık sık tekrarlanıyor.
Bu, Türk kamuoyunu AB aleyhtarlığına kışkırtan ulusalcı çevreler, özellikle Özdemir İnce’lerin görmemeye çalıştıkları bir yaklaşım. Oysa bugün gelinilen noktada, üzerinetitrediğimiz laik-demokratik sistemi, bizlerin dışında en etkin biçimde koruyacak zırhın AB olduğu her gün daha iyi anlaşılıyor.
AB’yi umacı gibi göstermek, ilişkileri kopartmaya çalışmak yerine, göreceksiniz bir süre sonra bu gerçek çok iyi anlaşılacak ve aynı çevreler, bu defa AB’yi kurtarıcı gibi görmeye başlayacaklar.
Eğer mahalle baskısından bu kadar korkuyorsak, laik sistemi kollamak görevini askere yüklememeliyiz. Darbe yaptırıp, laikliği koruyamayız.
Ancak, AB sayesinde çok etkin bir kalkan elde edebiliriz. Bu konuda en önemli çıpanın AB olacağını görebilmek de hiç zor değil.
AB’ye tam üye olmuş, başta ekonomisi, tüm işleyiş sistemini benimsemiş bir Türkiye’nin, din devletine kaymasının olanaksızlığını herhalde hepimiz kabul ederiz.
AB’ye tam entegre bir Türkiye’nin, AB’den gelecek “olmaz olmazlara” karşı çıkması imkansızdır. Bu “olmaz olmazların” başında da laiklik ve demokrasinin gerektirdiği tüm temel özgürlükler gelir.
Bir iktidarın çıkıp “Ben Türkiye’ye şeriat düzeni getiriyorum” demek için, tüm ekonomisini yıkması, AB ile tüm iplerini koparması düşünülebilir mi?
Ulusalcı dostlara bir önerim var...
Gelin, önümüzdeki 15-20 yıla gerçekçi olarak bakın ve Atatürk’ün Türkiye’sini acaba darbeler, silah zoru mu yoksa Avrupa Birliği mi güvence altında tutar, düşünün. Göreceksiniz ki, kesmeye çalıştığınız AB dalı ilerde bu ülkenin en önemli çıpası olacak...
* * *
“UZAKTA, ŞERİAT SİNYALLERİ GÖREMİYORUZ”
Brüksel’deki temaslarımı ilerde daha ayrıntılı şekilde yazacağım. Bugün, daha çok Anayasa ve AKP’ye nasıl baktıklarını anlatmakla yetineceğim. Yine de, kısaca değinmem gerekirse, çok şaşırdığımı söyleyebilirim. AB Komisyonu yetkilileri ve AB Parlamentosu AB-Türkiye ilişkilerine, bizlerin tam aksine, son derece iyimser ve umutlu bakıyorlar. Fırtınaların geçtiğine ve ilişkileri yeniden canlandırma zamanının geldiğine inanıyorlar. Dedim ya, ben çok şaşırdım.
Şimdilik, gelelim anayasa ve AKP’ye bakışlarına...
Özellikle Olli Rehn ve çalışma arkadaşlarına, hep şu soruyu sordum: “22 Temmuz seçimlerinden sonra ve yeni Anayasa çerçevesinde, Türkiye’nin giderek daha dindar, daha kapalı, daha muhafazakar bir ülke konumuna girebileceğinden kuşku veya kaygı duymuyor musunuz?”
Yeni Anayasa’yı, henüz ayrıntılı görebilmiş değiller. Bundan dolayı fazla bir diyecekleri yok. Ancak genel olarak, Türkiye’nin bir din devletine kayabileceği işaretini almadıklarını sık sık tekrar ettiler.
Olli Rehn “Geçen beş yılda şeriata gidiş yerine, temel hak ve özgürlükleri genişletici reformları daha fazla gördük” derken, ne Komisyon’da ne de üyelerde henüz böyle bir kuşku ve kaygının olmadığına dikkat çekti.
Aslında, AKP açısından, bizler gibi onların da kafaları karışık.
Bir yanda, Türkiye’yi başka hiçbir hükümette olmadığı kadar cesaret ve kararlılıkla AB’ye taşıyan bir AKP var.
Öte yanda, AKP’nin genelde dindar yaklaşımının Türk toplumuna yansıması ve uzun vadede bu toplumun daha muhafazakarlaşma olasılığı...
Tek güvence olarak da, tam üyeliği görüyorlar. Tam üye bir Türkiye’yi kimselerin rayından çıkaramayacağına inanıyorlar.
Brüksel için iki unsur son derece önemli.
Biri laiklik...
Diğeri de demokrasinin temel özgürlükleri.
Bunların dışında, Anayasa’daki değişiklikler onları pek ilgilendirmiyor.
Avrupa için din, son derece kişisel bir konu. Bunun devlet yönetiminde kullanılması veya topluma bir şeylerin zorla kabul ettirilmesi imkansız. Zaten temel özgürlükler yaygınlaştırıldıkça, dini zorlamaların da işe yaramayacağı görüşündeler.
Brüksel’de konuştuklarımın üstünde durdukları diğer önemli nokta: uygulama.
Artık bizi iyi tanımışlar.
Nice yasaları değiştirip, uygulamadığımızı...
Nice sözler verip, yerine getirmediğimizi çok iyi biliyorlar. Bundan dolayı da, Anayasa’daki değişikliklerden çok, sonra gelecek uygulamaları görmek istediklerini söylediler.
Ne olursa olsun, başta belirttiğim gibi, Avrupa Birliği gelişmelerden ve bugünkü durumdan memnun. Kara bulutların dağıldığına ve yeni yola koyulma zamanının geldiğine inanıyorlar.
Konuştukça, son 6 ayda çok önemli ve tehlikeli süreçlerden geçildiğini, Brüksel’den bakanların, Türkiye’yi kaybetmek üzere oldukları izlenimine girdiklerini öğrendim.
Meğer büyük badireler atlatmışız...
Bunları, yarınki yazıma bıraktım...
Paylaş