Avrupa bundan 40 yıl önce Ankara anlaşmasını imzalamış olmasından dolayı öylesine pişman ki, tahmin edemezsiniz. “Elimiz kırılsaydı da, Türkiye’ye tam üyelik sözü veren o kağıda imza atmasaydık” diyorlar. Ancak, artık ok yaydan çıktı. Türkiye’ye hayır demelerinin giderek zorlaştığını da kabul ediyorlar.
Avrupa Birliğinde bir tek ülke dahi, içine sindirerek, inanarak ve içtenlikle Türkiye’nin tam üyeliğini istemiyor. Ne kamouoyu, ne 25 üye ülke hükümeti Türkiye’yi kucaklamaya hazır.
Bu bir gerçek.
Ancak bütün bu olumsuzluğa rağmen, Türkiye’ye HAYIR demenin güçlüğü hergeçen gün artıyor. Her geçen gün Avrupa, dehşet bakışları arasında Türkiye’nin biraz daha yakınlaştığını görüyor.
Türk kamuoyu ve hükümeti bu konuda öylesine tutkulu, öylesine istekli ve öylesine heyecanlı ki AB yetkilileri hem şaşkınlık duyuyor, hem de bu baskı karşısında dirençleri giderek azalıyor.
Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt bana aynen şöyle söyledi: “...O kadar istiyorsunuz ki, bir toplumun bu kadar istediği birşeyin önünde durmamız imkansızlaşıyor...”
Türkiye bastırdıkça, Avrupa Birliği sıkışıyor. Türkiye, uyum yasalarını çıkarıp reformlarını sürdürdükçe AB şaşkın kalıyor.
Üstelik giderek, Türkiye’nin gelişini yavaşlatacak gerekçeler de bulunamıyor. Daha doğrusu, bu saatten sonra, bu kadar istedikten sonra Türkiye’ye HAYIR demenin çok pahalıya mal olacağı açıkça görülüyor.
Sonuçta, AB giderek çaresizleşiyor.
ANKARA ANLAŞMASINI İMZALAMAZ OLSAYDIK...
Çeşitli çevrelerde hep aynı yakınmayı duydum.
“1963’te dünya koşulları bambaşkaydı. Bizde Türkiye ile Ankara anlaşmasını o günün koşullarında ve 6 üyeli bir ekonomik toplulukken imzaladık. Oysa bugün 25 üyeli dev bir siyasi grubuz. Türkiye’yi hazmedebilmemiz çok güç. Miğdemize oturacaktır.”
Özellikle muhafazakarlar “elimiz kırılsaydı da imza atmasaydık” demeye kadar gidiyorlar. Ancak aynı zamanda, Türkiye’yi durduramayacaklarını da görüyorlar.
“Hem ağlarım, hem giderim “ deyişi gibi, hem ağlıyorlar hem de HAYIR diyemiyorlar...
* * *
“25 MADDEYİ DEĞİŞTİRİN YETER”
Belçika Başbakanı MANŞET programında öyle bir noktaya dikkat çekti ki, son derece pratik bir çözümü de beraberinde getirdi.
“AB Komisyonu raporunda yaklaşık 25-30 maddelik bir liste var. Komisyon, Türkiye’nin henüz tamamlayamadığı noktaları, somut örneklerle sıralamış. Bu listeyi teker teker ele alıp aksamaları düzeltin. 2004 Kasım raporuna birşey bırakmamış olursunuz. Komisyon da zorunlu olarak, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uyum sağladığı sonucuna varacak. Komisyon raporu böyle çıkarsa, biz üye ülkeler de yine zorunlu olarak Ankara’ya müzakere tarihi vereceğiz...”
İşte açık reçete, hem de çözüm formülü.
Bu alanda ilerleme sağlayacak bir Türkiye’nin Kıbrıs konusunda da eli güçlenecektir.
Üstelik bu saatten sonra başkaca çıkış yolumuzda yoktur...
YAKIŞ “İSTİLACI OLURUZ” DEMİŞTİ...
Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın kulakları çınlasın. Bakanlığı sırasında, Kıbrıs’ta 1 Mayıs 2004’e kadar bir çözüm bulunamadığı taktirde, Türkiye’nin güç duruma düşeceğini, Uluslararası alanda istilacı konumuna gireceğini söylemişti de, kıyametler kopmuştu.
Adamı yerden yere vurduk.
Oysa bugün bakıyoruz, Yakış’ın söylediklerini Verheugen tekrarlıyor. Hem de “bu özel bir uyarıdır” diyerek.
AB Komisyonu’nun bu uyarıyı yapmasının bir nedeni de Başbakan Erdoğan’ın sık sık “Kıbrıs ile AB arasında bir bağ yoktur. İkisi ayrı konulardır” demesi ve Kıbrıs’ta çözüm olmasa da, Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi alabileceği izlenimini vermesidir.
Bu uyarıdan sonra, sanırım Erdoğan Kıbrıs işini daha da ciddiye alır. Kendi kendimizi soktuğumuz bu tuzaktan çıkmanın da tek yolu vardır. O da, Annan planında kozmetik 1-2 değişiklik elde edip, imzayı basmaktır.
Boş yere ne vakit harcayalım, ne de AB sürecini tehlikeye atalım. İşin olacağı budur...
BELÇİKA BAŞBAKANININ UÇAĞINA DAVETLİ OLDUM, ANCAK (!)
Geçen Salı günü başımdan çok hoş bir olay geçti. Sizlerle paylaşmak isterim. Üstelik bizim Başbakanlarımızla, Belçika Başbakanları arasındaki “harcama” farkını göstermesi açısından da, son derece anlamlı.
Salı günü akşamüstü Brüksel’e hareket etmem gerekiyordu. Saat 14:30’da Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt ile MANŞET programı için söyleşi yapacak ve hemen ardından da 18:15’te kalkan Lufthansa’nın Frankfurt uçağına gidecektim. Frankfurt’ta uzun süre bekleyecek, ardından da başka bir uçakla Brüksel’e geçecektim. Hesap ettim, direkt 3 saatlik yolu neredeyse 6 saatte alabilecektim. Pasaportum, biletim, valizim arabada hazırdı ancak yol gözümde büyüyordu.
İçime sıkıntı basmıştı.
14:30’da Başbakan ile buluştuk.
Kameralar hazırlanırken, oradan buradan konuştuk ve sıkıntı içinde “bende bu akşam gidiyorum, ancak 6 saat sürecek “ dedim. “Vah, vah üzüldüm” demekle yetindi.
Söyleşinin kapanış bölümünde, veda edip hoşluk olsun diye “Kaçta hareket ediyorsunuz?”diye sorunca, bu defa Başbakan “Hadi gelin sizi de götüreyim. Uçağımda zaten boş yer var” demez mi?
Bundan daha güzel bir hediye verilemezdi.
Meğer Başbakan ile birlikte gelen, Belçika’daki Türk Büyükelçisi Erkan Yürür İstanbul’da kalınca yer açılmış.
Söyleşinin bitmesiyle birlikte, özel kalemini çağırdı ve bende kendimi Belçika Başbakanını taşıyan konvoyun içinde buluverdim.
Önümüz arkamız eskortlarla çevrildi. Trafik durduruldu, İstanbul birbirine katıldı ve 15 dakikada havaalanına ulaştık.
Neden bu kadar aceleye gerek vardı?
Neden bütün trafiğin canına okunup, yangından mal kaçırır gibi Belçikalıları havaalanına ulaştırdık, anlayamadım. Güvenlik deseniz, öyle bir tehlike yok. Belçikalıları vurmaya çalışan kim olabilir ki? Olsa olsa gösteriş olabilir.
Özetle 25 inci dakikada Belçika Başbakanının uçağının içindeydim.
BİR DE BİZİM BAŞBAKANLARIN UÇAĞINI GÖRÜN
Belçika Hava Kuvvetlerine ait 145 ERJ tipi, 37 kişilik bir uçak. Başbakan’ın heyeti, 10 kadar gazeteci ve televizyoncu ile birkaç işadamı...
Daha önce Türk Başbakanlarının özel uçaklarıyla da çok uçmuşluğum var. Pek lükstür, pek ikram meraklısıyızdır. Önce aperatifler alınır, ardından yemekler yenir, içkiler içilir ve varacağınız yere yaklaşırken de kahveler gelir. Binbir gece masalları gibidir.
Eh, Belçika Başbakanının özel uçağına da böyle beklentilerle binmekte hakkım yok mu?
Üstelik, öğlende yemek yiyemediğimden dolayı karnım da fena halde açtı. Büyük ümitlerle beklerken, baktım içki servisi başladı.
Aa birde ne göreyim...
Koskoca serviste sadece portakal suyu, kola ve Ice tea(!)
Kendi kendime “Adamlar alkol sevmiyorlarmış” dedim ve beklemeye başladım. Yemek gelsin de, karnımı doyurayım.
Neresinden bakarsanız bakın, yine de 3 saatlik bir uçuş...
İnanır mısınız, ne yemek geldi, ne sandviç... THY’da bile kuru bir sandviç verirler.
Hayır... Devlet uçağında masraf yapılmazmış...
Belçika Türkiye’den defalarca zengin bir ülke. Ancak ikram, özellikle de devlet kesesinden yemeğe gelince iş değişiyor. Susayanlara su dağıtılıyor, o kadar. İsteyen yemeğini yiyip gelsin, deniyor.
Aklıma bizim, devlet kesesinden hacıağalık eden devlet adamlarımız geldi... Hepsinin kulaklarını çınlattım...
BAŞBAKAN BASININ YANINA DAHİ UĞRAMADI
Başbakanlık gezilerinin farkı bu kadarıyla da kalmıyor. Seyahatin sonuna kadar, Belçika Başbakanını bekledim.
Öyle olmaz mı?
Öndeki kabininden çıkıp arkaya gelinir. Hemen etrafını saran gazetecilerin arasına girilir. Burnuna dayanan teyplere ve TV kameralarına, gerçekleştirilen gezi sırasındaki büyük kazanımlar anlatılır. Haklı davaların nasıl savunulduğu, ev sahiplerinin Başbakanın kişiliğine nasıl hayran kaldıkları, ballandıra ballandıra hikaye edilir. Zafer dolu bir seferin bilançosu yapılır.
Yoo, bu adam yerinden bile kıpırdamadı. Yol boyunca yanındakilerle çalıştı.
“Neden?” diye sordum.
“Dönüşte kabine toplantısı var. Oraya gidecek. Zaman harcayacak vakti yok” yanıtını aldım.
“Ama burası gazeteci dolu. Onlarla konuşması daha iyi değil mi?”
“Hayır, gazetecilere sözcüler yeterince bilgi verdiler. Üstelik, Başbakanlar ne kadar çok konuşurlarsa o kadar fazla hata yaparlar. Onun için fazla konuşturmayız...”
Belçika Başbakanına üzüldüm doğrusu.
Aç karnına çalıştırıyorlar.
Neredeyse elinde sefertası ile resmi geziye çıkacak. Yardımcısı hiç oralı olmadı. “Merak etmeyin, İstanbul’daki DEİK toplantısında yeterince yemek yemişti. Biz Başbakanımızı aç bırakmayız” demekle yetindi.
Aklıma yine, bizim bol kepçe konuşan, konuşmaktan düşünmeye vakit bulamayan bazı siyasilerimiz geldi.
Yine kulaklarını çınlattım.
Beni Brüksel’e kısa yoldan getirdiği için Başbakana çok teşekkür ettim, ancak havaalanına inerken miğdem gurulduyordu.(!)
ZAVALLIYI KİMSELER KARŞILAMADI
En son şoku Brüksel havaalanında yaşadım.
Ben alışmışım, Başbakanlarla seyahatin en heyecanlı, aynı zamanda en maganda dönüşlerine. Ankara veya İstanbul olmuş hiç farketmez.
Alana inerken dahi (daha havaalanındayken) kimse yerine oturmaz. Zaten herkesin ağzında birer sigara ile fosur fosur duman üretilir. Başbakanın uçağındayız ya, hosteslere meydan okumak, disipline girmemek, hoşumuza gider. İnişte önce herkes birbiriyle öpüşür. Tanıdık tanımadık, dost veya yabancı farketmez.
Ardından uçak durup kapılar açılınca bir kıyamettir kopar. Aman allah, aklı olan kaçsın.
Alanda toplanmış yüzlerce el öpücü sıraya girmiş, yılışık gülcük, yalancı bir özlemle Başbakanı vıcık vıcık öperek, adeta boğarlar. Zaten adam o kalabalığın içinde kaybolur gider.
Bunlara alışmış bir gazeteci olarak, Belçika Başbakanına çok acıdım.
Zavallıcık, Brüksel askeri havaalanına indirildi. Hangarların önünde durduk. Uçağın kapısına iki araba yanaştı. Başbakan bize dönüp el salladı, selam verdi ve binip gitti.
Ne eskort, ne koruma, ne alkış, ne partili...
Başbakanın arabası İstanbul’daki eskortlu gidişinin aksine Brüksel’in normal trafiğine girdi. Kırmızı ışıkta durdu. Arkasından bağlılığını göstermek için yetişmeye çalışan partililer de yoktu.
Aklıma bu defa bizim maganda tayfası geldi... Bu defa onların kulaklarını çınlattım.
Gece Belçika Başbakanının bu garipliğini düşünüp (!), adama bir üzüldüm bir üzüldüm. Allah insanı Avrupalı Başbakan yapmasın... Yine ne varsa bizde var.
(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)