Bazı çevreler, Afganistan savaşına 90 asker yollamakla ABD’den her istediğimizi (Kıbrıs,Avrupa Ordusu,AB ve para desteği) elde edebileceğimizi sanıyor. Böyle düşünenler ABD’nin süper güç olduğunu ve önüne konan her faturayı ödemeyeceğini bilmiyorlar. Washington’un Türk desteğine karşılık verecekleri ve vermeyecekleri şimdiden bellidir.
Son günlerde ilginç bir rüzgar estiriliyor.
Basının önemli bir bölümünde, ekranlara çıkan bilim adamları ve politikacılarda ilginç bir mantık sergileniyor. Genelkurmay da aynı şekilde düşünüyor mu, bilemiyorum. Ancak diğerleri durumda son derece eminler. Kimi köşe yazarları veya manşet atan yayın sorumluları da, ABD’yi cepte keklik görüyorlar.
11 Eylül olayından sonra ABD’ye verilen destek, sağlanan askeri kolaylıklar ve nihayet Afganistana ıkına sıkına yollanan 90 asker öylesine “büyük bir özveri”, ABD’ye çekilmiş öylesine muazzam bir “kıyak” olarak görülüyor ki, değmeyin gitsin.
Ankara’dan bakınca, bu tasfiri mümkün olmayan fedakarlık karşısında ABD’nin adeta hayranlık ve şaşkınlıktan neler yapacağını ve karşılığını nasıl ödeyeceğini bilemeyecek bir duruma girdiği sanılıyor.
Almanya’nın aynı çerçevede 3900, İtalya’nın 2700 asker, Fransa’nın muharip güç verdiğini kimse göremiyor. Pakistan’ın yaptıkları, Ürdün, Endonezya gibi başka müslüman ülkelerin de koalisyona katılmaya hazırlandıkları kimsenin umurunda değil.
Türkiye’nin bu “inanılmaz değerdeki” desteğinin sarhoşluğu içinde değerlendirme yapan kimi yetkililerimiz zaman zaman ipin ucunu kaçırıyorlar.
Tabii gerçekleri bilenler biliyor.
ABD’nin bir süpergüç olduğunu, verilen destekten memnun ancak sadece Türkiye’nin katkısına da muhtaç olmadığını, gerekirse savaşı tek başına da götürebileceğini, genelde de değişen uluslararası koşullara göre tutum saptadığını, konjonktüre göre yaklaşımını değiştirdiğini bilmeyenler ise çoğunlukta.
İşin kötü yanı, bu hava öylesine basılıyor ki, kamu oyundaki beklentiler de abartılı biçimde şişiyor.
Bu çevrelere hakim kanı, Türkiye’nin en sıkıştığı bazı konularda Washington derhal müdahele edecek ve ağırlığını Ankara’dan yana koyacak.
- Kıbrıs, listenin başında geliyor.
Washington’dan beklenen, Türk tarafının 30 yıl Federasyon istedikten sonra birden bire fikrini değiştirip benimsediği yeni formül olan Konfederasyonu (iki ayrı egemen devlet) desteklemesi ve bunun Kıbrıslı Rumlar, Yunanlılar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri ve Avrupa Birliği tarafından kabul edilmesini sağlaması.
Yanılıyoruz.
Washington Türkiye’nin Konfederasyon formülüne karşıdır ve bu tutumunu değiştirmeye de hiç niyeti yoktur. Amerikalılar, adı Konfederasyon olmayan, ancak içi Konfederasyonun tüm avantajlarını kapsayan pragmatik bir çözüm önermektedirler. Türk tarafını şekilcilikle suçlayıp, pragmatik biçimde çıkarlarını düşünmediğimizi söylemektedirler.
- İkinci beklenti AGSP ile ilgili.
Washington’dan beklenen, Avrupa Ordusu konusundaki tutumumuzun AB ülkelerine baskı yaparak kabul ettirmesidir.
Bu konuda da yanılıyoruz.
ABD, Genelkurmay Başkanlığının bu alandaki tutumunu gereksiz derece katı bulmakta esnekleştirilmesini istemektedir.
ABD’NİN YAPMAYA HAZIRLANDIKLARI DA VAR
ABD’nin, Türkiye’nin desteğini ne oranda memnuniyetle karşıladığını göstermek için kollarını sıvadığı alanlar da var.
- Bunların başında ekonomik ve parasal destek geliyor.
Kemal Derviş’in son Washington ziyareti de durumu açıkça ortaya koymuştu. ABD, Türkiye’yi ekonomik bataktan kurtarmak istiyor.
Bu konuda kimsenin kuşkusu olmamalı.
İşte bu konuda ne kadar ciddi olduğunu da yeni 9-10 milyar dolarlık ek kredi bulunmasına yardımcı olarak gösterdi.
Ancak bunun da bir tek koşulu var: IMF ile anlaşma imzalamak.
Kara deliğe para atmak istemiyorlar.Türk hükümetleri daha rahat politika yapsınlar, etrafa bol bahşiş dağıtıp oy toplayabilsinler diye para vermek niyetinde değiller.
Buna karşılık Türkiye kemerinde bir delik sıkarsa, ABD iki deliklik parasal desteğe hazır. Bunu da açıkça ispatlamış oldu.
- İkinci destek:AB konusunda.
Washington, Türkiye’nin mutlaka ve şu veya bu şekilde Avrupa Birliği ile bağlantı kurmasını istiyor. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin sadece Washington aracılığı ile kurulmaması, AB bağlarının da kullanılmasına önem veriyor.
İşte bu kadar...
Kendimizi boş beklentilere bağlamayalım.
Aksine, politikalarımızı gerçekleşebilecek olan iki nokta üzerine teksif edelim.
Elimizdeki kartları gerçek değerlerinden daha fazlaya satmaya kalkmayalım. Zira karşımızdaki insanlar da bizler kadar zeki ve Uluslararası pazarlıkları bizler kadar -belki de daha iyi- biliyorlar.
Eğer dünya’nın tek Zümrüt-ü-Anka kuşu olmadığımızı bilir, ayaklarımızı yere iyi basarsak, hem isteklerimizi elde edebiliriz, hem de gereksiz hayal kırıklıklarıyla karşılaşmayız.