Paylaş
Bu yoruma onu, ekonomik önlemler konusunda geç kalındığına yönelik düşünceler itmişti. "Eğer Başbakan’a hayır diyebilenler, ona gerçekleri açıklıkla söyleyebilenler olsaydı, hızlı önlemler alınabilirdi" diye eklemişti. Philips’in Türkiye ve Kafkaslar CEO’su (icra başkanı) Anton Booij ile sohbet ederken, konu ‘çalışanlara güç verme’ stratejisine geldi. "Her şeyin tepeden geldiği bir yönetim anlayışı yerine, yetkilendirmeyi tercih ediyoruz" yorumunu yapınca, ona şunu sordum: "Size yöneticilerin arasında, gerektiğinde ‘hayır’ diyebilenler var mı?"
Türkiye biraz geleneksel!
'Türkiye’deki yöneticilerin biraz geleneksele yakın olduğunu’ vurguladı ve şöyle devam etti: "Bunu ben de çok destekliyor ve istiyorum. Ama ‘hayır’ diyebilme konusunda ilerliyoruz, daha iyi olacağız." Başka işadamı ve yöneticilere de bir süredir aynı soruyu yöneltiyorum. Eski kuşağa ait olanlar dışında görünüşte herkes ‘hayır diyebilen yönetici’ peşinde olduğunun altını çiziyor. Bakarsanız, herkesin rüyasını ‘gerektiğinde hayır’ yanıtını verebilenler süslüyor. Ancak, iş uygulamaya gelince, sonunda, dikkatinizi çekerim, CEO’nun bile değil, patronun dediği oluyor. Oysa, CEO ya da patronun yönetim takımından gelecek ‘hayır’ yanıtı, alınacak kararı en azından bir süreliğine tartışmaya açacak, farklı bir ya da birkaç bakış açısının masaya yatırılmasına neden olabilecek. Belki de büyük, milyonlarca dolarlık bir zarardan dönülecek.
Etraflıca düşünmeyi teşvik ediyor
Örneğin ben, kendi dergilerimde, içerik ya da projeler tartışılırken, çoğu zaman önce ‘hayır’ diyor ve konunun etraflıca tartışılmasını istiyorum. Bazen çok da işe yaradığını görüyorum. Aslına bakarsanız, nasılsa son karar patronun... Arada bir ‘hayır’ duyup, yine kendi kararını verebilir. Amazon’un yaratıcısı Jeff Bezos’un bir söyleşisini okumuştum. O benim söylemek istediklerimi, bu işin yararını çok iyi ortaya koymuş. Onun sözleriyle yazımı bitireyim: “Çok sayıda güçlü yöneticiye sahibiz. Resmi olmayan bir atmosferimiz var ve bu sayede insanlar yalnızca bana değil başkalarına da ‘hayır’ diyebiliyor. İnsanların düşündüklerini birinci başkan yardımcısıyla ya da başkan yardımcısıyla paylaşabilmeleri gerçekten önemli. Resmi olmayan bir atmosferin, ‘hayır’ diyebilmenin büyük olanaklar yarattığına inanıyorum.”
BORSALAR GERÇEKTEN EYLÜL’Ü SEVMİYOR MU?
Eylül, her zaman ‘kara’ senaryolarla anılmıştır ekonomide... Uzun yıllardır hep 'eylülde kriz çıkacakmış’, ‘eylülde dolar fırlayacak’ gibi kehanetler duydum. Lafın kısası eylül ayı, ekonomide korkuyla anılır oldu. Oysa, Türkiye’nin başına gelenlerin tamamı başka aylarda oldu. Devalüasyonlar ve krizler eylülde değil, ağustos, kasım, şubat, nisan gibi aylarda geldi. Ancak, yine de eylül kadar hiçbirisi korkutucu olmadı. Türkiye dahil bütün dünyada borsaların yükseldiği bir dönemden sonra yine eylüle böyle bir hava ile girdik. ‘Borsalar düşecek’, ‘dolar fırlayacak’ beklentilerini siz de duyuyorsunuzdur. İlk günlerde borsalarda yaşanan düşüş de bu beklentileri bir ölçüde haklı çıkardı.
Peki borsalar eylülü sevmez mi?
Bunun için Amerika'da 100 yıl, Türkiye’de ise borsanın tarihi kadar eskiye gidip bakmak mümkün... Önce Amerika’dan başlayalım... Bu sayfalarda tabloyu görüyorsunuz... Son 100, son 50 ve 20 yıllık dönemlere bakıldığında, Dow Jones endeksinin ortalama eylül aylarında yüzde 1 ile 1.5 arasında değer kaybı yaşadığı dikkati çekiyor.
Türkiye’de ise son 10 yıla baktık. Burada eylül ayı için karışık bir tablo var. 10 yılın 5’i artı, 5’i de eksiyle kapanmış. Ancak, burada şuna da dikkat etmek gerekiyor. Örneğin, öyle bir ay yaşanabilir ki, ilk 20 gün yüzde 20 kayıplar olur, sonraki 10 günde bu kayıplar telafi edilip, artıya da geçebilir. O nedenle salt rakamlara bakıp değerlendirme yapmamakta da fayda var.
.
Paylaş