Paylaş
Gerçekten kriz nereden başlamıştı? Amerika’dan… Peki Amerika’da sanayi üretiminde durum nasıl?
Aralık ayında sanayi üretimi yüzde 2.4 oranında gerilemiş. Ocak ayında ise düşüş 1.8’i bulmuş. Dikkat edin, Türkiye’den kat be kat düşük rakamlardan söz ediyoruz.
Teğet nerede kaldı?
Kapasite kullanım oranı ise Ocak ayında yüzde 72’ye gerilemiş. ABD’li uzmanlar, bunun, 1983 yılından sonra yaşanan en büyük düşüş olduğunun altını çiziyorlar ve ‘SOS veriyorlar.’
Peki ya Türkiye’de… Ocak ayında kapasite kullanım oranı yüzde 60’lara yaklaştı. Üretimdeki düşüş ortada… Motorlu taşıt üretimindeki düşüş oranı da yüzde 60’ların üstüne çıkarak bir ‘rekora’ imza atmış.
Oysa biz bu krizi ‘teğet’ geçmeyecek miydik? Başbakan’mız, ‘Hamdolsun bu krizi fırsata çeviririz’ dememiş miydi? Daha dün Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı, krizden nasıl az etkilendiğimizi, TL’nin dolar karşısındaki değer kaybının sınırlı kalmasıyla anlatmamıştı mı?
Kriz var ama önlem de gerekli
Kabul etmek gerekiyor. Dünya çetin bir kriz sürecinden geçiyor. Ne önlem alınırsa alınsın bir şekilde zarar görüleceği kesin… Türkiye büyük paketler açıklasaydı ya da IMF ile anlaşma imzalasaydı bile zarar görecekti. Ancak, hasar bu denli yüksek olmayabilirdi.
Bu sayfadaki tabloya bakın… ilgili ülkelerin resmi istatistik kurumlarından derledim. En kötü birkaç ülke içinde Türkiye yer alıyor. Avrupa Birliği ülkeleri henüz Ocak ayı üretim rakamlarını açıklamadılar. Aralık rakamlarında ise yüzde 12 oranında daralma vardı.
Tablo ortada… Tehlike çok açık… Zararın neresinden dönülürse kardır mantığı ile hızla önlemler alınmalı…
REÇETE YAZABİLENLER DAHA AZ HASAR GÖRÜYOR
Türkiye, ne yazık ki, ekonomik kriz sürecinde kendine özgü bir ‘Reçete yazmayı’ başaramadı. Büyük dalganın geldiği Ekim ayından bu yana neredeyse 6 ay geçmiş. Dünyanın dört bir yanındaki ülkeler birden fazla önlem paketleri açıkladı, milyarlarca dolarlık destekler devreye girdi. Türkiye’de ise beklenti devam ediyor.
Ancak, reel sektörde kendi ‘reçetelerini’ yazanlar, krizde az hasarlı yollarına devam ediyorlar. Bunların başında da perakendeciler geliyor. ‘Akıllı perakendeci’ diye nitelendirebileceğim bu tipteki şirketler, mağazalarına 2008 yılının aynı dönemine göre daha fazla müşteri sokmayı başarıyorlar.
Perakendedeki bu önemli gelişmeyi, sektörü çok iyi izleyen, önde gelen bir CEO ‘dan da dinledim. Giyim, teknoloji, kozmetik ve kuyum gibi sektörlerden de aldığım bilgiler sonrasında ortaya şöyle bir tablo çıkıyor:
Kampanyalar hayat kurtardı
-Tüketici, konut, otomobil, elektronik ve tatil gibi büyük alışverişlerini erteledi. Elindeki birikimleri, fırsat çıktığında giyim, elektronik ve benzeri ürünlerde kullanmaya başladı.
-Bir kozmetik ve giyim perakendecisinde, ilk 2 ayda müşteri sayısı yüzde 50’nin üzerinde artış gösterdi.
-Bir başka kuyum şirketinin müşteri sayısı yüzde 92 gibi önemli düzeyde arttı. Bu şirkette ciro da ciddi oranda büyüme gösterebildi.
-Ancak, cirolar aynı oranda yükselmedi. Çünkü, yüzde 50 ve üstü indirimler ciro artışlarını engelliyor. Buna rağmen, cirolar yüzde 50 değil, yüzde 30-40 oranında düşüyor.
İnat edenler yerinde saydı
-Bu performansı, Kasım-Şubat döneminde ‘Reçete yazabilenler’ gösterdi. Bunlar, yüzde 50 artı yüzde 30, yüzde 50 artı yüzde 50 gibi agresif kampanyalar düzenleyenlerdi.
-Bir de ‘Reçete yazamayanlar’ var. Önemli bölümü uluslar arası markalardan oluşan bu sınıftakilerde sıkıntı devam ediyor. Bu markalar, ‘ürünümün değeri düşer’ endişesiyle ya indirim yapmadılar ya da sembolik indirimlerle yetindiler. O nedenle de satışta ciddi sıkıntı yaşadılar.
-Oysa aralarında yerlilerin de bulunduğu bazı lüks markalar iyi indirimler yaptılar. Böylece, bu markalar, tüketiciler tarafından daha ‘ulaşılabilir’ hale geldiler. Üstelik krizi daha iyi yönettiler.
OFİS KİRALARINDA DÜŞÜŞ ZAMANI
Birkaç yıl önce Türkiye’ye gelen yabancı şirketlerin önündeki en büyük engellerden biri, ofis bulmak, bulunca da kirada anlaşmaktı. 2008’de Türkiye’de genel merkezini açan şirketin Türk CEO’sundan dinlemiştim. ‘Yabancıları ikna etmekten daha zor oldu’ diye anlatmıştı…
Ofis kiraları ve uygun yer bulma zorluğu, sadece Türkiye’ye ait değildi. Dünyanın dört bir yanında, özellikle 2004-2008 arasında ofis işi hızlı büyüdü, kiralar da aynı oranda arttı.
Cushman&Wakefield adlı danışmanlık şirketinin verilerine göre, bu büyük coşkudan Türkiye’deki ofis kiraları da etkilendi. Çünkü, 2008 yılında ‘en iyi performans gösteren ilk 10’da, Türkiye’den 3 büyük il yer alıyor.
İlk 10’un zirvesinde, 2008’deki yüzde 55’lik büyüme ile Abu Dabi var. İstanbul’un Zincirlikuyu ve Gayrettepe bölgeleri yüzde 32 ikinci sırada bulunuyor. Ankara’da yüzde 18, İzmir’de ise yüzde 15 oranında büyümüş.
Bir de ‘En pahalı ofisler’ listesi var. Orada listenin başında Hong Kong var. Burada 1 metrekare ofisin yıllık kirası 1.743 dolara geliyor. Türkiye ise 444 dolarla, 26’ıncı sıraya yükselmiş.
Büyüme ancak 2010’da
Araştırmaya göre, Türkiye’de ofis kiraları 2008’de yüzde 27 oranında büyüdü. Ancak, yılın ikinci yarısında başlayan küçülme, 2009’da da devam edecek.
Global ofis kiralarındaki büyüme 2006’da yüzde 9, 2007’de ise yüzde 14 olduktan sonra geçen yıl yüzde 3’e düşmüş. Tahminler, 2009’da eksi büyüme olacağı yönünde. Yukarı yönlü büyümenin ise 2010 yılında mümkün olacağını öngörüyorlar.
Paylaş