Çinli şirketler sıçrama yaptı, şimdi sıra Türkiye’nin devlerinde

Uzunca süre Türkiye, Güney Kore ile kıyaslandı. Kişi başına milli gelirlerinin 1960’larda 500 dolar olması, benzer süreçlerden geçmesi nedeniyle iki ülke birlikte anıldı.

Haberin Devamı

Ancak, Güney Kore aldı başını gitti. Hem sanayileşmede Türkiye’ye fark attı hem de refah düzeyinde… Şimdi ise Çin ve Hindistan ile birlikte anılıyor, çok sayıda endüstride rakip olarak gösteriliyoruz. Acaba gerçekten öyle mi?

Bu yılın başında, ‘İnovasyon Hayat Kurtarır’ kitabım için sunuş yazısı yazanLondon Business School’dan (İşletme Okulu) Prof. Donald Sull, hazırlayacağı kitap için benden Türkiye’nin global olabilecek şirketl/images/100/0x0/55ea7990f018fbb8f88259e8eriyle ilgili yardım istemişti. Kitabında, ‘Gelişmekte olan ülkelerin global şirketlerinin’ stratejilerini, onları başarı öykülerini yazacaktı. Güney Afrika, Brezilya, Hindistan ve Çin’in yanı sıra Türkiye’den şirketler bakıyordu. Donald’da çok sayıda şirket önerdim, sadece 1’ini kabul etti.

 

Haberin Devamı

Özetle şu nedenle diğerlerini geri çevirmişti: ‘Bunların hepsi başarılı. Bölge ülke düzeyinde iyi şirketler. Ancak, global demek için daha fazlası lazım. Onlara global dersek, Haire’e ne demek lazım?’

Donald’ın dikkat çektiği şirket, son dönemde ABD’de de belli bir Pazar payına ulaşan beyaz ve elektronik eşya devi… Hızla büyüyor ve tam bir dev haline geliyor.

 

İşte o dönemde Donald bana başka bir değerlendirme daha yapmıştı. ‘Dünyanın en değerli şirketler listesine bak. İlk 20’deki değişimi incele… Global şirketlerin nereden çıktığını göreceksin.’

 

Donald’ın sözünü ettiği tabloyu görüyorsunuz. Sol tarafta 1989 yılında ‘Dünyanın en değerli 10’ şirketi’, sağda ise 2006 yılının en değerlileri. İlk bakışta siz de benim gibi, ‘Çinliler geliyor’ diyorsunuz, değil mi? Japonlar gitmiş, Çinliler yükselmiş. Japonların gidişi ve onlardan alınacak dersi bir başka sefere yazacağım. Çünkü, Türkiye’ye de mesajlar var.

 

Haberin Devamı

Gelişme ne kadar açık… 1989 yılında dünyanın en değerli 20 şirketi arasında 14 Japon şirketi vardı. İlk 5’den 4’ü de Japonlardan oluşuyordu. Geri kalan 5 şirket ABD’li, 1 şirket ise Hollanda kökenli idi.

 

2007 yılında gelindiğinde 20 şirketin 8’i Çin’den, 7’si ABD’den… Japonlar adeta ortadan yok olmuş. İlk 20’de Japon şirketi yok. Bunun yerine 1 Rus, 2 İngiliz, 1 Fransız ve 1 adet Hollanda şirketi bulunuyor. İlk 20’deki şirketlerin 5.65 trilyon dolara ulaşan satışlarının yüzde 41’i Çinlilerden, yüzde 38’i Amerikalılardan kaynaklanıyor.

 

Aradan geçen 10 yılda Çinliler inanılmaz bir performans göstermiş… Bunlar olurken Türk şirketleri yerinde mi saydı? Hayır, yaşanan krizlere rağmen büyük performans gösterenler oldu. Ancak, artık ‘sıçrama yaparak’ büyüme zamanı geldi… Biraz hızlanmak lazım…

Haberin Devamı

 

Banka kredisi alana artık acıyarak bakılmıyor!

 

Geçen hafta bir günlüğüne Kayseri’deydim. Ekonomist dergisi ve Citi, birlikte Anadolu toplantıları organize ediyoruz. Citi Genel Müdür yardımcısı Taner Ayhan, Deniz Gökçe ve Uğur Gürses ile birlikte konuşmacı idik.

Toplantı sırasında Kayseri Sanayi Odası (KAYSO) Başkanı Sevgili Mustafa Boydak bana bir mesaj iletti ve “Oda’da meclis toplantısı var. Sonrasında yemeğe mutlaka bekleriz”. Uçak için sınırlı zamanımız olmasına rağmen Boydak’ı kırmadık.

FakatKayso’da bizi sürpriz bekliyordu. Bir anda kendimizi meclis toplantısında bulduk. Hatta sevgili Mustafa Boydak, beni, Deniz Hoca’yı ve Uğur Gürses’i kürsüye bile davet etti. Sonra kendisi konuştu, ilk organize sanayi bölgesindeki müthiş performanstan, iki yeni bölgenin değişiminden söz etti. Konuşmasında sanayicilere yönelik ilginç bir değerlendirme yaptı. Aslında benim dikkatimi çeken de o idi. Şöyle konuştu: “Bugün Citi Group’dan arkadaşlar vardı. Daha önce başka bankalarla da toplantılar yaptık. Bankalarla artık daha sık çalışıyoruz. Oysa, eskiden bankadan kredi almayı kimse istemezdi. Hepimiz kendi özkaynaklarımızla yatırım yapardık. Hatta, kredi alanlara, ‘Vah vah ihtiyacı var, banka kredisine düşmüş. Yazık diye düşünürdük’ diye bakılırdı. Şimdi bankayı iyi bir kaynak olarak kullanıp hızlı büyüyoruz. Kimse de kimseye acıyarak bakmıyor.”

Haberin Devamı

Toplantı sırasında birkaç işadamına bu konuyu sordum. Tamamı Mustafa Bey’i doğruladılar. “Hala da banka kredisine temkinli bakan, kullanmak istemeyen, yakından borç alarak işine devam edenler var” değerlendirmesini yaptılar.

Aslında şirketlerin yatırımlarını hangi kaynakla yaptıklarını ortaya koyan araştırmalar da bunu destekliyor. Hala öz kaynakla yatırım önemli bir oranda.

 

 

Uyuyan fon pazarı uyanıyor

Elinde parası olan için yatırım yapmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Bunu son birkaç yıldır çok çeşitli çevrelerden duyuyorum. Büyük bir ezber bozuldu. Enflasyonun yüksek olduğu dönemde hiç değilse ‘dolara yatıp’ belli bir getiri sağlamak mümkündü. Tıpkı mevduat, faizde olduğu gibi… Ancak, enflasyon düşüp, döviz kurlarında ‘yeni normal’ koşullarına dönünce, ‘paran mı var, derdin var’ sözünü çok duyar hale geldik.

Haberin Devamı

İşte tam böyle bir ortamda ‘uyuyan dev’ uyandırılmaya başlandı. Yatırım fonlarından söz ediyorum. Uzunca süre ‘likit’ ağırlıklı yoluna devam eden, içinde hisse, tahvil ve bono olanlara pek ilgi gösterilmeyen yatırım fonları yeni döneme giriyor.

 

Bankalar ve portföy şirketleri, ürünlerini çeşitlendirirken, ‘ana korumalı fonlar’ ile yatırımcıları çekecek ürünler sunmaya başlıyorlar. Böylece, likit alıp üzerine yatan, enflasyonun çok altında getiri elde eden yatırımcılara yeni bir kapı da açılıyor. Birkaç bankadan bu tür ürünler geldi. Sırada diğerleri var. Doğru seçim yapmak kaydıyla yatırımcılar için iyi bir alternatif doğmuş oldu. Sıra bankacılardı… Çünkü, başarıya giden yol, anlatmaktan geçiyor.

Yazarın Tüm Yazıları