Paylaş
Aynı anda her ikisi için de taksit ödeyenlerin sayısı hiç de azımsanacak boyutta değil. Bu tip aileler, bir süre için bazı ihtiyaçlarından vazgeçip, mevcut borçlarını ödemeye devamı tercih ediyorlar. Bana göre, bu, bazı sektörlerdeki durgunluğun kısmı sebebi sayılabilir. Çünkü, ailelerdeki harcanabilir gelirin önemli bölümü daha ay gelmeden bağlanmış oluyor.
Bunu rakamlarda da görmek mümkün. Merkez Bankası’nın açıkladığı istatistikler, Türk ailelerinin borç, faiz ödemeleri ve harcanabilir gelirlerindeki trendi ortaya koyuyor. Buna göre 2003 yılından bu yana borçluluk ve faiz ödemesi ciddi oranda artmış. 2003 yılı sonunda 3.9 milyar YTL olan faiz ödemeleri, 2007 yılının Eylül sonunda 14.8 milyar YTL’yi aşmış. Aynı dönemde borç ise neredeyse 6’ya katlanmış ve 13.4’den 90.3’e yükselmiş.
Bir başka gösterge ise toplam borçlar ile faiz ödemelerinin ‘harcanabilir gelir’ içindeki payı… Tabloda görüyorsunuz… Her ikisi açısından da ciddi bir artış var. Özellikle de borçların toplam harcanabilir gelirlerdeki payında… 4 yılda yüzde 7.5’den yüzde 26.5’lere ulaşılmış.
Batı’daki rakamlara da baktım. Bazı ülkelerde yüksek, bazılarında Türkiye’ye yakın rakamlar var. Bunların çok tehlikeli olduğunu belirtmek için yazmıyorum. Amacım, Türk insanı ‘resmi borçlanmaya’ (kredi kartı, bireysel kredi ve mortgage) pek alışık değildi. Belki piyasadaki sıkışıklık bu hızlı borçlanmadan da kaynaklanıyordur. Onu ortaya koymaya çalıştım.
23 kişilik bir aile şirketinden yönetim dersleri
Son dönemde Anadolu’daki seyahatlerimde işadamlarının gündeminde bir farklılık dikkatimi çekiyor. Yine ekonomi, döviz, faiz, bir türlü iyi gitmeyen işler var. Hala ‘durgunluk’ önemli bir yakınma nedeni. Ancak, KOBİ’ler arasında, ‘orta’ ve ‘ortanın üstüne’ yakın olanlarda ‘aile işini daha iyi yönetmeye’ yönelik düşünceler sık dile getiriliyor. Patronlar, bu işin için kafa yoruyor, örnek olanlardan fikir alıyor, bu konuda çalışanlara danışıyor. Ben de sık sık bu konuda sorularla karşılaşıyorum.
ABD’de ilişkilerimin iyi olduğu, araştırmalarından yararlandığım, Ekonomist’e işbirliği yaptığım iki danışmanlık kurumundan söz ediyorum onlara. Özellikle onların bana ilettiği örnek çalışmalardan… Anormal dikkatle dinlediklerini gözlemliyorum.
Geçenlerde yolum İzmir’e düşmüştü. Bu kez ben farklı bir deneyimi dinleme şansı yakaladım. Bölgenin önemli şirketlerinden İnci Akü’den Cahit Yaşar Eren, birkaç işadamının olduğu masada sohbet ettik. Aile yönetimini, sağlıklı ve sürdürülebilir şekilde götürdüklerini gördüm. Çok basit, ancak etkin bir anlayış oluşturmuşlar:
-Akü, cant ve ona bağlı otomotiv yan sanayinde faaliyet gösteren İnci Grubu, Cevdet İnci tarafından kurulmuş. İnci, 2 yıl önce vefa etmiş. Ancak, sistemi iyi kurduğu için sonrasında pek sorun yaşanmamış.
-Baba İnci, 5 kızının ailesi için 5 ayrı şirket kurmuş. Bu 5 ayrı şirket bir araya gelip İnci Holding’i oluşturmuş. Böylece, kardeş kavgalarının önü bir ölçüde alınmış. Çünkü, kavgalar aile içinde, yani şirkette yaşanıyor, holdinge gelmeden önleniyor.
-Bir aile anayasası hazırlamışlar. Bu anayasa, gençlerin işe başlamasından yönetime kadar her şeyi çerçeve içine almış. 5 kardeş, 5 aile olarak örgütlenmiş. Her aile, kendi aile yönetimi ve anayasasına göre yönetiliyor.
-Şu anda şirkette 5 kız, 5 damat, 9 çocuk, 3 yeni damat ve 1 gelin var. Yani 23 kişilik bir aile… Hepsi de aile konseyinde görev yapıyorlar. Üstelik bazılarının yaşı 15 olmasına rağmen.
-5 damattan biri olan Cahit Yaşar Eren, ‘Sistem çok iyi işliyor. Her türlü kavgayı kendi ailemizde yapıyor, kararı alıyoruz. Holdinge, aileyi temsilen bir kişi gittiği için, büyük sorun yaşanmadan yolumuza devam ediyoruz’ diyor.
Gerçekten etkileyici bir sistem… Basit, ancak aile dinamiklerinin doğurduğu sorunları ortadan kaldırmaya uygun.
‘Fabrikasını sattı, inşaata girdi’
Eleştirisi ne kadar haklı?
Son birkaç aydır epey il dolaştım, İstanbul’da çok sayıda toplantıya katıldım. Bazılarında soru doğrudan bana geldi, önemli bölümünde ise konuşuldu. Bu işadamları özetle şunu belirtiyorlar: “Türkiye’nin büyük şirketleri yabancıların eline geçiyor. Bizim işadamları sanayi şirketlerini, bankalarını satıp inşaatçılığa başlıyorlar. Yazık değil mi o kuruluşlara?”
Özetle önde gelen işadamlarının bazı şirket ve bankalarını satıp, emlak geliştirmeye girmesi eleştiriliyor, hatta küçümseniyor.
Milyar dolarlık inşaat projelerine, “inşaatçı oluyorlar” diye bakıyorlar. Geçenlerde Kayseri’deki bir toplantıda işadamlarından birinin böyle eleştirisi oldu. Konuşmacı Deniz Gökçe idi. Gökçe, önce işadamının faaliyette olduğu sektörü sordu. “Yapı plastikleri” yanıtını alınca, şöyle devam etti:
“Ne güzel işte… Siz inşaat diye küçümsüyorsunuz… İnşaat deyip geçiyorsunuz. Oysa, onlarca sektöre üretim yapıyor. Siz dua edeceksiniz, daha çok inşaat projesi başlasın, daha çok plastik boru satalım.”
Gerçekten de inşaat, tam anlamıyla ekonominin motoru… Onlarca sektörden fabrika inşaat için çalışıyor. Capital dergisi için yaptığımız bir araştırmada, 200 ürün ve sektörün inşaattan beslendiğini hesaplamıştık. Demir çelik, çimento, seramik, makine, ağaç, petrol, metal, kum ve taş işleme, üretimde ilk akla gelenler. Bir de bankacılık, finans, perakende ve hizmetler cephesi var. Hepsini üst üstte koyduğunuzda müthiş bir büyüklük ortaya çıkıyor.
O nedenle hiç kimseyi, ‘Bankasını, sanayi tesisini sattı, inşaata giriyor” diye suçlamamak gerekiyor. Sonuçta yükselen binalar, bir yanda ulusal servete katkıda bulunurken, diğer değer ve yeni iş de yaratıyor.
Paylaş