Paylaş
Sevgili bir dostumu, Barlas Küntay'ı dün toprağa verdik. Kökten AP'liydi. Yürümekle aşınmayan, ama, devamlı pabuç eskiten aykırı yollarda yürüdük. Birbirimize láfzen ve fiziksel olarak çok saldırdık.
İlk saldıran bizdik galiba...
1963 yılıydı. AP'nin Ankara Ziya Gökalp caddesindeki genel merkezi önünde protesto gösterileri yapıyor, cam-pencere indiriyorduk.
‘‘Çiçeği burnunda politikacı’’, şimdiki sayın cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel binadaydı. Para biriktirip Amerika'dan Eisenhower Bursu'yla getirdiği pardesüsünü binada bırakıp arka pencereden kaçtıydı.
Kafası o zaman o kadar büyük değildi. Galiba 42 numara Borsalino şapga giyiyordu. Onu da gerisinde bırakmasın diye, Barlas ön kapıyı tutmuştu.
Saldırganlığımızı durdurmaya çalışıyordu, göğsünü siper etmişti.
* * *
İki sene geçti aradan...
AP hükümet, sayın Demirel başbakan olmuş, TİP de meclise girmişti.
TİP'in yarı resmi yayın organı EMEK dergisi satılıyordu Ankara'nın Kızılay'ında... Çetin Altan, rahmetli Yunus Koçak meclis kürsüsünde konuşmaya çalışıyordu. Biz Kızılay'da sopa yerken, TİP milletvekillerine ‘‘linç teşebbüsü’’ oluyordu mecliste...
Sevgili Barlas'la tastamam zıt kutuplardaydık.
Çoğunluk kimdeyse, sopa onun elindedir.
* * *
12 Mart cuntasını yaşayınca, aklımız başımıza geldi.
Aynı cuntasal kaderi paylaşan düşmanlar, ‘‘Yahu, biz niye düşmanız?’’ sorusunu sorarlar o olağan dışı dönemlerde...
Öyle oldu. Sevgili Barlas'la dost olduk, sırdaş-dertdaş olduk.
* * *
1980 yılının başıydı. YÖK-LÖK falan yoktu.
Bütün akademik aşamaları geçtim, sözümona ‘‘profesör’’ oldum.
Ama, kadroya atanmam için ‘‘üçlü kararname’’ gerekiyordu.
Yani, milli eğitim bakanı, başbakan ve cumhurbaşkanının imzaları...
Aralıklı olarak, aynı gün, aynı saatte ‘‘prof’’ olan üç SBF'li kaderdaşımın kararnameleri çıktı.
Bir tek ben kaldıydım... Sonbahar gelmişti.
Canım sıkıldı. Barlas'ı aradım. Etkili bir bakandı, dostumdu.
‘‘Sevgili dostum’’ dedim, ‘‘Tayinimin bu kadar gecikmesi eğer hükümetinizin bir icraatiyse, lütfen söyle, idari yargıya gideceğim... Yok, başbakanlıktaki işgüzar bir müsteşar yardımcısının ceviz aklınca uyguladığı bir taktikse, onu da siz bilin, gereğini yapın...’’
Sevgili Barlas garanti verdi: ‘‘Yarın sabah dokuzda makamdayım... Rahat uyu... Bu işe bitmiş gözüyle bak...’’
* * *
Dokuza kadar uyuyup ‘‘profesör’’ olarak uyanmak niyetindeyken, sabahın köründe ev telefonum çaldı. Arayan Barlas'tı.
Şaşırdım, gururlandım.
‘‘Radyoyu aç!’’ dedi.
Aaaaa! Nasıl hızlı hükümet ama? Resmi Gazete nelerine yetmiyor? Profesör olduğumu radyodan bile duyuruyorlar.
Açtım radyoyu... Hasan Mutlucan çıktı karşıma...
‘‘Yine de şahlanıyor aman!’’
Bu sefer 12 Eylül olmuş...
‘‘Senin işin bugün hállolmayacak galiba... Makam odamda kim bilir kaç yıldız var...’’
Aynı yolun yolcusu olduğumuzda anlaştık Barlas'la...
* * *
Son gördüğümde hasta yatağındaydı. Dün cenazesindeydim.
Bütün düşünce aykırılıklarına rağmen dostluğun ne kadar önemli olduğunu anlamak için, ille de camilerde, kabristanlarda mı buluşmamız gerekiyor?
Paylaş