Paylaş
(Bu Bir Spor Yazısı Değildir)
Gözde kulüplerimizden Galatasaray'la İngiltere'nin sözde kulüplerinden Leeds arasındaki maçın arefesinde kavga çıktı. İki adet lumpen öldürüldü.
‘‘Suç olan fiili övmek’’ gibi olmasın, ama, otuz yıldır kaşınıyorlardı.
Belçika, Hollanda, Almanya, Vanuatu, Papua Yeni Gine, orası, burası...
Sarhoşa kimse bulaşmayacağı, bulaşmaktan korktuğu için, herkes onları hoş gördü, itliklerini, saldırganlıklarını alttan aldı.
Dinsizin hakkından imansız gelirmiş...
* * *
Çanakkale Savaşı tarihimizin en önemli savaşıdır.
Orada bir sürü İngiliz müstemleke insanı, askeri, fedáisi öldü.
Çanakkale'yi kolay geçeceklerini sandılar, ‘‘Çanakkale Geçilmez!’’ sloganıyla karşılaştılar, buluştular.
Oflu Hoca'nın ölümsüz sözleriyle, ‘‘Gömün gitsin!’’ diyebilirdik...
Demedik... ‘‘ANZAC Mezarlığı’’ yaptık...
‘‘Bizi öldürdüler, çok şehit verdik, Çanakkale'ye bunları merasimle gömmeyelim! Özel anıt, özel mezarlık hiç yapmayalım!’’ dediler Atatürk'e...
Cevap sonsuzdur, ölümsüzdür, insanlıktır.
‘‘Onlar bizim topraklarımızda öldü. Onlar bizimdir...’’
Ölenlerin toprağı bol olsun, geride kalanlara Allah uzun ömür versin...
* * *
Vaktiyle dünya imparatorluğuydu İngiltere...
Küçücük bir adaya sıkışıp kaldılar.
Hitler faşizminden, Amerikan emperyalizminden, Sovyet sosyalizminden kaçan ne kadar ‘‘etnik’’ varsa, hepsi oradaydı. Onlardan medet umdular.
İngiltere problemli ülkedir.
Okyanuslara hükmederken, minik bir adaya sıkışıp kaldı.
Kaçak güreşen etniklere ‘‘sığınak’’ oldu.
Pakistanlı, Hintli, Avustralyalı, Kanadalı...
Et pişirmeyi, patates haşlamayı, sofra kurmayı bilmez İngilizler... ‘‘Etnik mutfak’’ kokularından rahatsız oldular.
İki savaş boyunca, o etnikler olmasaydı, hemen teslim olacaklardı.
İlginç ülkedir İngiltere...
30-35 yaşındaki özyurttaşını erken emekli eden bir ülkedir.
Ama, it gibi çalışan etniklere kızan bir ülkedir.
Boş zamanlarında ne yapsın, bu ‘‘bol paralı İngiliz emeklileri’’?
Futbol maçı seyretsinler... Kendi kozmopolit kinlerini, öfkelerini dışarıda, başka ülkelerde kussunlar...
* * *
İngiliz lumpeninin son sığınağı futboldur.
On dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinden beri hep öyle oldu.
Sözümona futbolun, sözümona hoşgörünün, sözümona demokrasinin beşiği İngiltere'de, yirminci yüzyılın ilk çeyreğine kadar, en sakin-sızıltısız maçlardan sonra bile, taşkın kalabalıklar sokaklara dökülür, polis karakollarını, mahkeme binalarını basar, zengin evlerini kundaklar, dükkánları talan ederlerdi.
Niye?..
1 Tribünlere doluşan fakir ve işsiz insanların ‘‘maç seyretmek’’ gibi niyetleri yoktu, bütün maksatları boşalmak, kin kusmak, kırıp dökmek, yani ‘‘bağcı dövmekti.’’
2Takım sporları, kalelerini muhafaza altına aldıktan sonra, çarpışmak için mevzilenmiş iki düşman ordunun muharebeye tutuşmasının benzetimidir.
Yani?
Futbol sahası, muharebe meydanı maketidir. Kale direklerinden oluşan dikdörtgene, can-kan pahasına savunulması gereken bir mevzi gözüyle bakılır. Antrenör komutan, oyuncular asker, seyircilerse gerektiğinde seferber olacak sivil savunma mangalarıdır, milislerdir. Bu oyun planıyla örgütlenen bir spor dalında, oyuncunun oyuncuyu, seyircinin seyirciyi düşman olarak görmesi kadar doğal bir şey olamaz. Aralarındaki sürtüşme, en küçük bir kıvılcımla, kanlı kavgaya dönüşebilir...
* * *
Futbola, kısa pantalonlu adamların şişirilmiş bir deri küresi peşinde koştukları bir ‘‘oyun’’ gözüyle bakar, onun kitlesel boyutlarda bir ‘‘toplumsal olay’’ olduğunu unutursak, Sivas'lar da olur, Heysel'ler de...
Hele, onların başbakanı, tam kritik zamanda, ‘‘doğum izni’’ alırsa...
Paylaş