Paylaş
HABERİM yoktu, yeni duydum. Türkiye'deki devlet yönetimini ‘‘reorganize’’ edeceklermiş... Dünyanın dört bir yanından adam getirmişler, oralara adam salmışlar, bilgileri derleyip toparlayıp ‘‘reorganizasyon planı’’ şekline sokmuşlar...
‘‘Özelleştirme’’ dediler, ‘‘Devlet küçülmeli’’ dediler.
Kör tuttuğunu, herkes topalı becerdiği için, ‘‘devlete ait’’ kuruluşları özelleştirmeye çalışıyor, çabalıyorlar.
İki tesbitim var bu konuda...
1 Devleti küçültmek için devlet memurlarının sayısını azaltmak gerekir. Hem emeklilik yaşını yüksek tutacaksın, hem yeni memur alacaksın... Olmaz, olamaz!
2 Ekonomi büyüyor, genişliyorsa, kaynakların rasyonel kullanımı için, idari birimlerin (il-ilçe) sayısının azaltılması gerekir. Önüne çıkanı ‘‘il’’ yaparsan, ne insangücü yeter, ne ekonomik kaynaklar... Eşyanın tabiatına aykırıdır. Yüzlerce yıllık ‘‘Yalova Kaymakamı’’, olsa olsa, ‘‘Yalova Valisi’’ olur. Yani, olmaz, olamaz!
Ama, kendisiyle çelişmek, politikacıların tabiatında vardır.
* * *
Türkiye'de idari reform çalışmaları 1848 yılında başladı, devam ediyor. Türkiye'nin idari yapısı 1849 tarihli Viláyát Nizamnamesi'nde neyse, 150 yıl sonra aynıdır.
O tarih sürecinde 167 komisyon kuruldu, çalıştı, dağıldı. Hazırladıkları raporlar, Báb-ı Áli arşivlerindedir. Yüz metreküplük bir depoda durur.
* * *
Türkiye'de idarenin reorganizasyonuna sevdalı ilk devlet büyüğümüz, Mustafa Reşit Paşa'ydı. Akıllı adamdı. Fransa'ya gitti. Görgü ve bilgisini artırdı, döndü, Tanzimat Fermanı'nı çıkarttı.
Yıl 1839... ‘‘Can ve mal güvenliği’’ diye bir şeylerden söz ediyordu.
Hangi can güvenliği, hangi mal güvenliği? Allah'ın verdiği canı padişah alıyordu (yerinde infaz), mal-mülk sistemi záten miriydi, padişahındı.
Tutmadı.
* * *
Tanzimat Fermanı'yla, damak zevklerimiz değişiyordu artık...
Sofradaki ‘‘mönü’’ değişti. Güzelim kuzu kapamalar, tandırlar gitmiş, ‘‘mayonezli levrek’’ gelmişti. Yıllar önce, sevgili yemek yazarımız Tuğrul Şavkay'dan dinlemiştim bu reorganizasyonun öyküsünü...
‘‘Büyük Reşit Paşa, Fransa'da yemeğe dávetliydi. Sofraya balık benzeri bir şey geldi. Yumurtanın sarısı, zeytinyağı-limon karışımı bir bulamaç vardı üstünde... Ne olduğunu sordu. ‘Mayonez' dediler. Türkiye'ye döndü, mayoneze bulanacak bir tür balık aradı. En lezzetsiz balığımız olan levrekte karar kıldı...’’
Tutmadı.
Kırmızı-beyaz etin lezzetsiz olduğu yerlere özgüdür ‘‘sos çeşitleri’’...
* * *
Reşit Paşa’nın 1838 yılında Türkiye'ye getirdiği sádece bir şey tuttu.
Bonapartist devlet anlayışı...
Fransa köylüdür. Türkiye de köylüdür.
Marx'ın dediği gibi, ‘‘Köylü-köylülük, tabiatın kölesidir. Gökten yağmur-bereket yağdıracak yüce bir kudreti arar. Onlar için hükümdar, hem anadır, hem babadır. Kuvvetliden yana olur...’’
Fransa'daki seçim sandıklarına ‘‘küçük üretici’’ hákimdir.
Türkiye'de durum aynıdır.
* * *
Adamın biri papağan almaya gitmiş... Dükkánın hemen girişinde, tüyleri pırıl pırıl, afratafrası fazla, çalımından geçilmeyen bir papağan çıkmış karşısına... Dükkán sahibine sormuş...
‘‘Kaç para?’’
‘‘167 milyon lira efendim...’’
‘‘Niye?’’
‘‘Dağarcığında 167 kelime var...’’
Dere-tepe düz gitmiş... Sonunda bir papağan daha... Tüyleri dökük, başı kel, uyuz mu uyuz, ağzında sigarası, göğsünde sigara külleri, devamlı öksüren bir papağan çıkmış karşısına...
Sormuş... ‘‘Bu uyuz mahlûk kaç para?’’
‘‘10 milyar lira efendim...’’
Adam şaşırmış... ‘‘Anlamadım! Bunun ne özelliği var?’’
‘‘Vallaaaa, biz de bilmiyoruz, ama, öbür iki papağan bunu gördüklerinde, ‘hocam hocam' diye ayağa kalkıyorlar. Herhalde bir bildikleri vardır...’’
* * *
Bunları niye yazdım?
Türkiye’deki idari reform çabalarına ‘‘çanak tutmak’’ için...
Nereden mi biliyorum? Mekteb-i Mülkiye'de yirmi sene anlattıydım, ‘‘ders alınmayan’’ bu dersi...
Paylaş