20 Kasım 1997
Yukarıdaki lâfı Antalyaspor soyunma odasında kim söyledi, bilmiyorum... Ya vali, ya yardımcısı... Ama, iki kelimeyle, ‘‘dehşet verici...’’Devletin ve hükümetin il düzeyindeki tek temsilcisi (veya onun yardımcısı), ya abanın altından sopa gösteriyor, ya ‘‘tribünler önünde’’ devletin resmi kolluk kuvvetlerinin aczini itiraf ediyor.‘‘Tribünler sahaya inerse, devlet bir halt edemez!’’* * *‘‘Tribün’’ dediniz de, aklıma, Muzaffer Şerif'ten esinlenen bir ‘‘küçük grup sosyolojisi’’ deneyi geldi aklıma... ‘‘Tribün’’, insanların sığıştıkları, tıkış tıkış oldukları, dar ve genişlemesi mümkün olmayan bir fiziksel mekândır.* * *Tek bir kobay almışlar... Suyu, yemeği bol, boyutları ferah bir odacığa koymuşlar... Oohh! Gel keyfim gel...Bir süre sonra, yanına tek bir ‘‘misafir’’ vermişler... İkrama ortak olduğu için, misafir misafiri sevmez... Pis pis bakışmış iki kobay...Derken, odacıktaki kobayların sayısı dörde çıkarılmış... O kadarı da fazla artık... Diş göstermeye, hırlamaya başlamışlar birbirlerine...Az sonra sekiz olmuş kobayların sayısı... Tek kobay yedi düşmanla baş edemez... Dörderlik dayanışma grupları hâlinde toplanıp saldırmışlar birbirlerine... Ortalık kan gölüne dönmüş, ölen ölmüş, kalan kalmış...Şimdi sıkı durun... ‘‘Kobayların sayısı on altıya çıkarıldığında, garip bir durulma çöktü ortaya...’’ diye bitiyor araştırma, ‘‘Herkes halvetti, iş üstündeydi, cinsel davranış bozuklukları başlamıştı...’’Saldırganlık, cinsel sapma... Yani, davranış bozuklukları...Hiç şüpheniz olmasın, en aklı başında, en halim-selim, en sessiz-sakin insanları, ‘‘tribün’’ denilen dar mekâna, kıpırdanamayacakları şekilde, ‘‘balık istifi’’ doluşturursanız, olacağı budur.* * *Küçük grup sosyolojisini azımsamayın, futbolu da küçümsemeyin...Kitlesel isteriye, fanatizme, vur-kıra en yatkın spor dalıdır.Öyledir, çünkü, spor dallarının en yenilerinden biridir.Tekelci sermayenin yavrusudur.İ.Ö. 3000 civarında, ‘‘köleci’’ toplumda doğdu spor... * * *İlk sporlar, insanın insanla ve yabani hayvanlarla giriştiği ölüm-kalım kavgasının barışçı benzetimiydi. Boğuşmaya (modern güreş), yumruklaşmaya (modern boks), tekmeleşmeye (modern karate), sopalaşmaya (modern eskrim) dayanıyordu. ‘‘Savunma-saldırı kökenli’’ bu sporların ardından ‘‘nakliye kökenli’’ sporlar geldi. Bir yerden ötekine araçlı-araçsız gitmenin benzetimiydi bunlar... Koşma, zıplama, yüzme, kürek, kızak, kayak, binicilik vesaire...Bu ilk sporları, ‘‘spor yapacak’’ boş zamanları olan seçkinler, köle sahipleri, feodal beyler ve onların imtiyazlı yanaşmaları yaptılar.* * *On dokuzuncu yüzyılın son yarısına kadar devam etti bu durum... Yani, kapitalizmin tekelci şekilde örgütlenmeye başladığı günlere kadar...Vaktiyle yazdığım ‘‘Spor Yönetimi’’ kitabının ilgili bölümüne bakalım...‘‘İnsanların spor yapabilmeleri için, öncelikle boş zamanlarının olması, hiç çalışmadan artı değerden pay almalarına imkân verecek imtiyazlı bir konumlarının olması gerekir. Köleci ve feodal toplumlarda, artı değerden bu şekilde ‘beleş' pay alanların sayısı avuç içi kadardı. Takım sporlarının gelişebilmesi için, çok sayıda insanın tribüne çıkması, az sayıda insanın sahada kalıp spor yapması gerekiyordu. O dönemlerde spora kitlesel ilgi yoktu, dolayısıyla takım sporları da yoktu...’’Sonra ne oldu? Sermaye tekelci şekilde örgütlendi, ‘‘takım sporları’’ (ve futbol) doğdu. Doğurtturuldu. Kitleler önce tribüne çıktı, sonra sahaya indi.Pazar muhabbetine kaldık, kusura bakmayın...
Yazının Devamını Oku