Paylaş
Eskiden ‘‘Para pul oldu!’’ diye sızlanıp ağlaşırdık. Şimdi, çağ atladık, ‘‘Liramız kuruş oldu!’’ diye zil takıp oynuyoruz neredeyse...
Dünya değişiyor. Paramızdan üç tane sıfır (3-0) atılmasını henüz içimize sindirememişken, beş adet sıfır (5-0) atılmasına seviniyoruz...
Dünya Kupası'na, futbolun skor tabelasına endekslendik...
Rakamlarla konuşuyoruz. 3-0 mı, 5-0 mı?
Ben ekonomiden anlamam... Onar yıllık muntazam aralarla, ‘‘Ekonominin başına hangi mühendis gelsin, hangisi gitsin?’’ diye kararsızlık gösteren askerler de pek anlamaz... Ekonomi profesörü Tansu Çiller hiç anlamaz...
Peki, kim anlar?
* * *
Aritmetiğin dört işlemini beceremeyip Balıkesir lisesinden kovulan, ama, sonraları, topçu trigonometrisinde dehâlaşıp devletin başına geçen birinden alıyoruz bunun cevabını...
‘‘Hesap-kitaptan hangi meslek erbabının anladığını sorduk, soruşturduk, mühendisler olduğunu öğrendik. Birini yolladık, öbürünü getirdik...’’
Ekonomiden niye en iyi mühendisler anlar?
İktisat mizahçısı Prof. Dr. Ergun Türkcan söyledi.
‘‘Mühendisler öğrenmeye meraklıdır da ondan... Eşek sırtında okula giderken, ırmak ortasındaki sandalda debi ölçerken, uçak kapısında şapga sallarken bile öğrenmeye devam ederler...’’
O kadarcık değil elbette... Dahası var.
‘‘Mühendislerin umûmi kültürleri derin, engin, zengin ve çok boyutludur. Halkbilim yanları kuvvetlidir. ‘Borç yiğidin kamçısıdır' gibi folklorik özdeyişleri siyasal-mali kültürümüze kazandırırlar. Mantıkbilimleri devamlı çalışır. ‘Daha çok ihracat yapmak için daha çok ithalat yapmanız lâzım' veya ‘Çok borç dış itibara işarettir' gibisinden tutarlı mantıkları Aristo'ya bile taş çıkartır. Mühendistirler zâten... ‘Ev alma, köprü al' diyerek inşaat sektörüne kolayca hız katarlar. ‘Artık trilyonluk bütçe açıklarını telaffuz etmeyi öğrenmeliyiz' diyerek matematikten ziyadesiyle nasiplendiklerini gösterir, ‘çalışmak istemeyene işsiz denir' diyerek sosyal politika alanını da boş bırakmazlar...’’
* * *
Mesele anlaşılmıştı. Son bir soru sordum Prof. Türkcan'a...
‘‘Asker-mühendis taifesi bu işi iyi anladığına göre, paracıklarımızdan üç-beş sıfır atma meselesini ne yapacaklar?’’
Derin bir nefes aldı Ergun... Önce bilimsel bir durum tesbiti yaptı.
‘‘Galbraith'e göre, ekonominin iki düşmanı vardır. Biri kâğıt para, öbürü Hintli'lerin icat edip Arap'ların yaydığı ‘sıfır' kavramı...’’
Sonra, asker-mühendis matematiğindeki ‘‘sıfır’’ kavramıyla, enflasyonlu ortamdaki ‘‘iktisadi sıfır’’ kavramının farklı olduğunu anlattı.
‘‘Mühendis-asker koalisyonu muhafazakâr olur, düşünceleri zor ve ağır değişir. Meselâ, onlar için değersiz sıfır, soldaki sıfırdır. Oysa, ekonomide, para işlerinde değersiz olan sıfır, sağdaki sıfırdır. Paranın sağında ne kadar çok sıfır varsa, o para o kadar değersizdir...’’
Öyleyse bütün lüzumsuz sıfırları atalım gitsin...
Dilim tutulsun! Gülmeye başladı Ergun...
‘‘Attım gitti demekle olmaz... Birinci savaştan sonra Almanya başardı, 1967'de Fransa başardı, ama, onlardaki para operasyonu, köklü iktisadi reformlarla destekliydi. Makro dengeleri yerli yerine oturttular, dış ödeme ve bütçe açıklarını kapattılar, enflasyon hızını neredeyse sıfırladılar. Bolivya yapamadı, Brezilya beceremedi. Son ikisindeki ‘sıfır atma' operasyonu, defter tutan muhasebecilerle zırt-pırt etiket değiştiren esnafa yaradı. Fazla rakam yazmak zahmetinden kurtuldular...’’
* * *
Ekonomiden anlamam, ama, 1986'daki parasından 3-0 atarak cruzado'yu çıkarmıştı Bolivya... Paranın sağındaki sıfırlar enflasyon şartlarında tavşan gibi ürediği için, üç yıl sonra, üç sıfır eksiğiyle ‘‘yeni cruzado’’ piyasaya sürülmüştü. Şimdi, gündemde, beş sıfır eksiğiyle ‘‘özyeni cruzado’’ varmış...
Futbolcu deyimiyle, enflasyonist ortamda, 3-0 da, 5-0 da atsan, fark etmez... Bakkal-manav etiketinden sâdece 2-0 atılır.
Paylaş