Paylaş
Bir gün yolunuz düşerse ve yolunuz düşmüşken Londra’da alışveriş yapmak isterseniz, uluslararası markaları ve İngiliz markalarını bir arada bulabileceğiniz Oxford Street ve Regent Street’e birer tam gün ayırmanızı tavsiye ederim. Yürürken bir mağazayı kaçırdım diye de sakın üzülmeyin biraz ileride aynı mağazayı mutlaka tekrar göreceksinizdir.
Covent Garden’da ise yine uluslararası markalara ulaşabileceğiniz gibi yerel butiklerden de alışveriş yapabilirsiniz.
Eğer isteğiniz biraz daha lüks bir alışveriş programı yapmaksa tercihiniz Harrods olacaktır. Fakat içeri girdiğinizde alışveriş yapanların neredeyse tamamının Araplar olduğunu görüp panik yapmayın. Hayır alışverişte kendinizi kaybedip başka topraklara geçmediniz, hala İngiltere sınırları içerisindesiniz.
Harika markaları uygun fiyatlara almak isterseniz de Bicestervillage Outlet tam size göre olacaktır.
Antikalara, vintage takılara, değişik poster ve biblolara meraklıysanız da cumartesi günleri açılan Portobello pazarını sakın kaçırmayın derim.
Ve Primark... Kıyafet alışverişi için A’dan Z’ye ne ararsanız bulabilirsiniz. Fakat iddia ediyorum içeri girdiğinizde dört beş takım pijama almadan çıkamayacaksınız. Fiyatlarsa oldukça uygun, şöyle ki isteyen bir pound’a ayakkabı bile bulabilir. Ama bu mağazaya girdiğinizde hiç bitmeyecekmiş gibi görünen kabin ve kasa kuyruklarına hazırlıklı olmalısınız. Ve tabi devasa Primark sepetlerini sürüklemeye çalışan turistlere... İnanılmaz bir kargaşa ve kalabalık içerisinde bile ben aradığımı bulabilirim diyorsanız Primark tam size göre...
Zaten içeri girip de eli boş çıkan hiç görmedim, hiçbir şeye ihtiyacınız olmasa bile üç beş pound’a ayakkabıdan çantaya, bikiniden pijamaya ne arasanız bulabiliyorsunuz. Hal böyle olunca da herkes uygun fiyatlara Primark torbalarını dolduruyor ve kimse eli boş çıkamıyor.
Paçavraların Venüsü mü oldum?
Alışverişlerin ardından mutlaka bir süre dinlenmek gerekiyor, yoksa Londra’nın güzelliklerini gezip görecek hal kalmıyor insanda. Tate Modern de bu güzelliklerden biri.
Gördüğüm en güzel Modern Sanat galerisi diyebilirim. Özellikle hayranı olduğum Amerikalı fotoğrafçı Dian Arbus’un fotoğraflarını burada görme imkanı yakaladıktan sonra, başka bir anlamı oldu Tate Modern’in benim için. Ve tam da burada bir şey keşfettim. Belki izlemişsinizdir Dian Arbus’un biyografisinden esinlenerek çekilen bir film vardı “Fur” (Kürk). Başrolünde Nicole Kidman oynuyordu. Bu filmi yazan kesinlikle bir Londra seyahati sonrası akıl etmiştir filmin senaryosunu.
Bence senarist önce Tate Modern’de Dian Arbus’un cüceler, çıplaklar kampındakiler, çirkinlikler, zıtlıklar üzerine çektiği fotoğrafları gördü. Ardından soluğu Ripley’s House Museum’da aldı ve Robert Downey Jr’ın canlandıracağı köpek adam figürü ile karşılaştı. Yani Jo-Jo The Dog Faced Man (Köpek suratlı adam Jo-Jo) Rusya’da doğmuştu ve genetik bir rahatsızlıktan dolayı yüzündeki tüyler 20 cm’i bulabiliyordu.
Bu keşfimden sonra Dian Arbus’a veda ederek, Tate Modern’de dolaşmaya devam ettim. Biraz ilerde Michelangelo Pistoletto’nun Venus of the Rags (Paçavraların Venüsü) çalışmasını gördüm. Ve aklıma bütün hafta kare kare alışveriş maceralarım, alışveriş yapmak için girdiğim çeşit çeşit hallerim, geldi… Yorgunluğun da etkisiyle kendimi tam olarak “Paçavraların Venüsü” gibi hissettim ve kısa bir süreliğine alışveriş diyetine girmeye karar verdim.
Paylaş