Koray Durkal

Barcelona’nın Almanya versiyonu

2 Mart 2012
Almanya Bundesliga’nın yükselen değerlerinden Mönchengladbach, bu sezon oynadığı futbolla Barcelona’nın Alman versiyonu olarak anılmaya başladı. Geçtiğimiz sezon ligde sondan üçüncü olan, Bundesliga II'nin üçüncüsü Bochum ile Play Out oynayarak kümede kalan Mönchengladbach’a sihirli dokunuşuyla hayat veren Lucien Favre oldu.

Peki, kim bu Lucien Favre?

İsviçre liginde Zürih’in 25 yıllık şampiyonluk hasretine son veren, Hertha Berlin ile 2008–09 sezonunda şampiyonluk mücadelesi veren Favre’nin en büyük özelliği teknik direktörlüğe ara verdiği her dönemde kendini geliştirmeye devam etmesi oldu.

Hem farklı teknik adamları takip eden hem yeni lisanlar öğrenmeye devam eden Favre’nin en çok takip ettiği isim ise hepimizin yakından tanıdığı Pep Guardiola.

Ancak, Favre’nin Barça’nın sisteminden etkilenmesi yıllar öncesine dayanıyor. 1993 yılında total futbolun ve Barcelona’nın efsane ismi Johann Cruyff'un yanında iki hafta kadar staj yapan Favre, şimdi o ekole daha farklı bir boyut kazandırıyor.

İşe önce savunmadan başlayan Favre, takımın gol yeme yüzdesini hızla düşürürken, hücum oyuncularının bile savunmaya kadar gelip katkı yapmasını sağlıyor. Barcelona’nın sisteminden daha hızlı bir anlayışa sahip olmak için kontra ataklar ve üçgen pasları kullanan Favre’nin en büyük silahı kenarlar. Favre kenarlarda rakipten daha fazla adam bulundurarak, atakları buradan başlatıyor.

Video analizlere olan düşkünlüğüyle tanınan Favre, yıllar boyu eşiyle bu işlere fazlaca kafa yormuş bir teknik adam. Yaklaşık dokuz ay içerisinde lig sonunculuğundan aldığı bir takımı ligde tutarak, zirveye oynatması, en çok gol yiyenden en az gol yiyen takıma dönüştürmesi Favre’nin, Bundesliga’ya yeni bir heyecan getirmesine neden oldu.

 “Eğer bir takım inşa etmek için ilk iki katı çıktığınız sırada bir fırtına gelir ve bu inşaatın büyük kısmını alır götürürse, işiniz eskisinden daha zor hale gelir” diyen Favre, bu kez bir mucizeye imza atıp, taşları yerinden oynatmakta oldukça kararlı gözüküyor.
Yazının Devamını Oku

Özel bir adam “Mourinho”

27 Şubat 2012
Porto, Chelsea, Inter ve son olarak Real Madrid gibi dünyanın en iyi kulüplerini çalıştıran Jose Mourinho’nun bıraktığı izler silinmediği gibi, O’nun ardından kimse bu başarıları bir daha elde edemedi.

Porto ile UEFA ve Şampiyonlar Ligi Kupasını kucaklayan Mourinho, ardından gittiği Chelsea ile üst üste iki kez Premier Lig şampiyonluğunu kazanmayı başardı.  Chelsea ile Şampiyonlar Ligi kupasını bir türlü kazanamayan Mourinho daha sonra İtalyan temsilcisi Inter’e transfer oldu.

İtalya macerasında da başarıdan başarıya koşan Mourinho,  İnter ile 2 Serie A, 1 Kupa İtalya, 1 Süper Kupa ve 1 Şampiyonlar Ligi kupası olmak üzere 5 kupa kazandı.  22 Mayıs 2010'da Bayern Münih'le oynanan ve Inter’in 2–0 kazandığı Şampiyonlar Ligi finalinin ardından misyonunu tamamladığı İtalyan ekibinden ayrılacağını ve yeni takımının Real Madrid olacağını açıkladı.

Real Madrid ile birlikte Barcelona hegomanyasını kırmaya çalışan Mourinho, ilk yılında istenilen başarıyı sağlayamadı. Ancak ikinci yılında Barcelona’ya karşı üstünlük kuramamalarına rağmen zayıf rakipler karşısında puan kaybını en aza indirerek takımını şampiyonluğun en büyük adayı haline getirmeyi başardı.

Bugün hala Estadio Drago, Guiseppe Maezza ve Stamford Bridge’de “Mourinho” tezahüratları duyuluyorsa, bıraktığı büyük başarılar sayesindedir.

Yazının Devamını Oku

Barcelona'nın sorunu belli

17 Şubat 2012
Bu sezon Barcelona’nın düşüş içinde olduğu ve Real Madrid’in şampiyonluğu hak ettiği yolundaki görüşlere katılmadığımı anlatmak için bu yazıyı ele almaya karar verdim.

Peki, Barcelona gerçekten düşüşte mi yoksa başka etkenler mi bu kayıpları getirdi?

Barcelona’nın özellikle sakatlıklarla boğuştuğu bir dönemde, ideal kadroya yakın oynayamamalarına rağmen gösterilen performansı her takım kaldıramaz.

Messi, “Xavi ve Iniesta olmadan bir hiç” diyenler bu iki oyuncu sakatlığında bile Messi’nin neler yapabildiğini görmek istemediler. Evet, Messi bu takımın gol silahı, her şeyi ama sorumluluğu üstlenmesi gereken zamanlarda da takım arkadaşlarını şahlandıran isimlerin başında geliyor.

(Fabregas ve Alexis Sanchez’in bu sezon attığı gollerin büyük bölümünü Messi’nin attığı paslar ve yarattığı alanlarla attıklarını bir dipnot olarak söylemekte fayda görüyorum…)

Yazının Devamını Oku

Irkçılık yeniden doğuyor

13 Şubat 2012
Son dönemde yeşil sahalarda yaşanan ırkçılık olayları, ülkemizde şike skandalının yarattığı etki gibi futboldan daha çok konuşulan bir unsur haline geldi.

Futbol sahalarındaki ırkçılığın tarihine baktığımızda, 1970 ve 80’lerde üst düzeye çıktığını görüyoruz. Özellikle Britanya’da yaşanan ırkçılık kendisini o kadar hissettirmiştir ki İngiltere, 1950 yılına kadar Dünya Kupasına katılamamıştır.

FİFA’nın da İngilizlerin desteği olmadan kurulduğunu da göz önüne alırsak, Ada futbolundaki ırkçılığın yeniden dirilmesine çok şaşırmamak gerekir.
Yıllardır futbolun beşiği olarak bildiğimiz, maçlarını izlemek için ekranlara kilitlendiğimiz İngiltere’de başlayan bu ırkçılık olayları, “1982 Dünya Kupası” finallerine kadar taşınmış ve finallerde Nazi selamları, ırkçı tezahüratlara rastlanmıştır. İngilizler bununla da yetinmeyip gittikleri her ülkeye ırkçılığı taşımayı başarmışlardır. Heysel Faciası olarak bilinen ve futbol tarihine kara bir leke olarak sürülen olayda ırkçı saldırıların bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.

İngilizler, temelini Thatcher’ın attığı futbol şiddetine karşı açılan savaşı, uyguladıkları katı cezalarla kazanmayı başarmışlardı.

Yazının Devamını Oku

Ne Shaqiri, ne Ronaldinho

31 Ocak 2012
Galatasaray’ın transfer listesi sezon başından beri bitmek tükenmek bilmedi.

Diego Forlan, Jose Antonio Reyes, Lukas Podolski, Arshavin, Ronaldinho ve Shaqiri …

Peki, hangisi geldi, hiçbiri…

Ancak Galatasaray yönetimi sürpriz bir projenin altına imza atarak, Real Sociedad’ın sportif direktörü Lorenzo Juarros Garcia’nın yaklaşık 3 yıl önce, “futbolcu değil, güreşçi almışız” dediği Necati Ateş’i transfer etti.
Hantal gibi gözüken cüssesine rağmen, 30 metreden röveşatayla gol atabilen, beklenmedik anlarda iki kişinin arasından inanılmaz voleler vurabilen, 33 yaşındaki bir kurt Necati Ateş’ten bahsediyoruz.
Bir dönem Bilgin Gökberk’in sunduğu bir TV programında Rıdvan Dilmen’in “Kaka’dan sonra dünyada benim için ikinci oyuncu Necati’dir” sözünü duyunca futbol bilgimden büyük ölçüde şüphe etmiştim. Hala da etmeye devam ediyorum.

Yazının Devamını Oku

Moussa Sow başarılı olur mu?

27 Ocak 2012
Niang ve Emenike’nin gidişinin ardından hücum hattındaki boşluğu Bienvenu ile dolduramayan Fenerbahçe son transferi Moussa Sow’a da kavuştu. Fenerbahçe camiası gerçekten önemli bir transfere daha imzasını attı. Ancak, Sow hakkında kafamda bazı soru işaretleri var. Golcülüğüne ve kalitesine herhangi bir lafım yok ama Sow’un Fenerbahçe’nin bu sisteminde başarılı olması için ekstralara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Rennes’te forma giydiği 4 yıl boyunca sadece 12 gole imzasını atan Sow’un, Lille gibi bir takımda 54 maçta 32 gol atmasının en büyük nedeni neydi?

Elbette, oynadığı sistem ve oyuncular; bir yanda Eden Hazard diğer yanda Gervinho…

Böylesine iki yetenekli hücumcuyla oynayan Sow, daha ilk sezonunda 25 gol atarak Fransa Liginde gol kralı olmayı başardı. Özellikle Gervinho’nun  Sow’a olan katkısı inkar edilemez. Zaten Gervinho’nun takımdan ayrılarak Arsenal’e transfer olmasının ardından Sow’un da performansı düştü.

Sow’un mükemmel bir tekniği ve sürati yok. Tüm bu açıklarını mücadelesiyle kapatmaya çalışan bir oyuncu. Özellikle ikili forvet oynatılan bir sistemde daha faydalı olabilecek bir yapıya sahip.  Aykut Kocaman gerekirse bu oyuncuyu Bienvenu ile birlikte çift forvet oynatmalı. Sow, Gervinho’nun kendisi için yarattığı boş alanları ve asistleri iyi değerlendirerek bu başarıyı yakaladı. Aykut Kocaman bu ayrıntılara dikkat ederse Sow’un, Süper Ligde de 25 gol barajına rahatlıkla ulaşacağından hiç şüphem yok!

Sow, Türk futboluna ve Fenerbahçe’ye tekrar hayırlı olsun…
Yazının Devamını Oku

Avcı olmaya gerek yok

19 Ocak 2012
A Milli futbol takımımıza yeni bir jenerasyon kazandırmak isteyen Abdullah Avcı’nın ilk durağı Almanya olacak.

Almanya U-17 Milli Takımı’nda forma giyen Koray Günter, Koray Kaçınoğlu, Kaan Ayhan, Robin Yalçın, Emre Can, Samed Yeşil, Levent Ayçiçek ve Okan Aydın’ı listesine alan Avcı, bu oyuncuları milli takıma kazandırmak için bir dizi girişimlerde bulunacak. Buraya kadar her şey güzel ancak Avcı’nın sözlerinde bir nokta var ki bizim en büyük eksikliğimizi gözler önüne seriyor.

 “Çocukların kararını aileleri veriyor”

“Çocukların kararını aileler veriyor. 20–26 Ocak tarihleri arasında Almanya’ya gidip, gençlerle psikolog eşliğinde görüşmeler yapacağız. Kendi Milli Takımımız’a ne kadarını kazandırabilirsek bizim için kar” diyen Avcı’nın ilk cümlesi Türkiye olarak yeteneklerimize ve onların ailelerine ne kadar sahip çıkabildiğimizin en büyük göstergesidir.

Geçmiş yıllarda da bu oyuncular gibi birçok yetenek “ülkemiz bize sahip çıkmadı” dediğinde kabul etmeyenler bugün bu oyuncuları kazanmak için her şeyi yapıyorlar. Peki, bu oyuncular A Milli takımda oynamayı kabul ederler mi? Bence etmezler, etmemeliler de… (Bu cümlemden sonra sakın beni “vatan haini” falan zannetmeyin. Ben sadece beyinlere “neden gelmesin diyor bu adam?” sorusunu yerleştirmek istiyorum.)

Yazının Devamını Oku

Bir kulüpten daha fazlası

10 Ocak 2012
Son yazımda Alper Potuk transferine değinirken dikkat çekmeye çalıştığım en önemli nokta alt yapıdaki eksikliklerimizdi.

Hali hazır transferler yapmak yerine genç oyunculara şans tanınması gerektiğini ve yepyeni bir jenerasyon için buna ihtiyacımız olduğunu belirtmiştim. Dün akşam düzenlenen FIFA Ballon D’or ödüllerinde gördüklerim ve dinlediklerimden sonra başarının sırrının alt yapıda olduğunu bir kez daha anladım.

Biliyorum birçok yazar büyüğüm, ağabeyim “ah şu Barcelona olmasa yeni nesil ne yazacaktı” diye göndermelerde bulunmaktan büyük keyif alıyor. Kendi bilgi birikimleri dâhilinde haklılık payları da yok değil!
Ancak, kendini Kaf dağında gören bir futbol liginin olmayan marka değerini yazmaktansa tüm dünyaya futbol ziyafeti çeken bir takımı bıkmadan yazmanın daha doğru olduğunu “sözüm meclisten dışarı” bir şekilde belirtmekte fayda görüyorum.

Konumuza dönecek olursak, dün akşam Messi üst üste 3.kez yılın en iyi oyuncusu seçildi. Kimilerine göre hak etti kimilerine göre hak etmedi. Ancak o yaptığı açıklamayla başarının önce takım oyuncusu olmaktan geçtiğini hepimize bir kez daha kanılatmış oldu. Aldığı ödülü başta Xavi olmak üzere tüm takım arkadaşlarına ithaf ettiğini söyleyen Messi, “Guardiola bize topluca bir şeyler kazanamıyorsak, bireysel ödüller kazanmamız için de umut olamaz demişti. Bizim içimizde herhangi bir ödülden daha öte bir dostluk var” ifadeleriyle Barcelona’nın neden “bir kulüpten daha fazlası” olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Yazının Devamını Oku