Birbirinden ilginç sonuçların alındığı Avrupa Liglerinde haftanın göze batanlarını sizler için derledim;
M.City’nin problemi David Silva
Premier Ligde şampiyonluğa koşarken gelen peş peşe puan kayıplarıyla Manchester United’ın sekiz puan gerisine düşen Manchester City’de düşüşün nedeni David Silva’nın formunda yaşadığı düşüş oldu.
Manşetler, Mario Balotelli’nin sorumsuzluğunu, Edin Dzeko ve Agüero’nun gol atamayışını yazsa da istatistikler tam tersini söylüyor.
Ligin ilk yarısında gösterdiği performansla takımını zirveye taşıyan İspanyol yıldızın, ikinci yarıda yaşadığı düşüş, takımına pahalıya patladı.
Bu sezon 2342 dakika forma giyen Silva, Ağustos ve Ocak ayları arasında 1790 dakika sahada kalırken, bu süreçte takımı adına 5 gol, 12 asiste imzasını atmıştı. Ancak Şubat ve Mart tarihleri arasında 552 dakika forma giyen Silva, City’e hiçbir katkı sağlayamadı.
Real Madrid Nou Camp’a korkuyla çıkacak
Barcelona’ya karşı yakaladığı 10 puanlık avantajı Malaga, Villareal ve son olarak Valencia beraberlikleriyle 4’e kadar indiren Real Madrid, yaklaşan El Clasico öncesi strese girdi.
Athletich Bilbao’nun 22 yaşındaki yıldızı Ander Herrera’dan bahsetmek istiyorum, nam- ı değer “Iniesta görünümlü Herrera”…
Ona bu lakabın verilmesinin aslında iki nedeni vardı; birincisi en büyük idolünün Iniesta olması, diğeri ise Twitter hesabında bile Iniesta fotoğrafını kullanıyor olmasıydı.
Babası da eski bir futbolcu olan Herrera için her şey Zaragoza’da başladı. Omuzlarındaki yükün farkında olan Herrera, henüz 11 yaşındayken Zaragoza ile birlikte Gençler Futbol Şampiyonasını kazanırken, turnuvanın en değerli oyuncusu seçildi.
Büyük bir Zaragoza aşığı olmasına rağmen, kulübün yaşadığı ekonomik sorunlar nedeniyle 2011 yılında 8,5 milyon Euro karşılığında doğduğu topraklara yani Bilbao’ya transfer oldu.
Messi, Xavi ve Iniesta’nın ardından gelen sayısız yıldızların ardından bir isim daha forma giymek için gün sayıyor;
Joel Huertas!Barcelona B genç takımında yıldızı parlayan 1995 doğumlu Huertas, orta sahada oynuyor. Final paslarındaki başarısı ve güçlü top kontrolüyle kısa sürede Guardiola’nın dikkatini çekmeyi başaran Huertas, 2011 yılında A takımıyla antrenmanlara çıkma başarısı gösteren ender oyunculardan biri oldu.
2011 yılının Ocak ayında UE Lleida takımından transfer edilerek Barcelona B genç takımına imza atan Huertas’ın askeri okulda aldığı disiplini, futbolda uygulayabilmesi en büyük avantajlarından biri oldu. Sadece bir sene içerisinde gösterdiği performansla Guardiola’nın gözüne girmeyi başaran Huertas, henüz Nou Camp’ta forma giyme şansını elde edememesine rağmen performansıyla kısa sürede bunu da başarabileceğini gösterdi.
Eto’o’nun La Masia’ya armağanıBarcelona’nın yeni Samuel Eto’o’su olarak gösterilen Jean Marie Dongou ise gerçekten de Eto’o’nun Katalan ekibine büyük bir armağanı.
Hollanda ligi dünya futboluna kazandırdığı unutulmaz golcülerle önemli bir futbol ülkesi olduğunu her zaman göstermiştir.
Van Basten, Dennis Bergkamp ve Ruud Van Nistelrooy gibi dünya futbol tarihine damga vurmuş önemli golcüleri örnek olarak gösterebiliriz.
Son yıllarda bunların arasına girebilecek iki önemli isimden bahsetmek istiyorum; Ricky Van Wolfswinkel ve Bas Dost…
Vitesse ile çıktığı 33 maçta sadece 8 gol atabilen Wolfswinkel için her şey Utrecht’e imza atmasıyla başladı. Utrecht ile çıktığı 60 maçta 22 gole imza atan Wolfswinkel, takımının UEFA Avrupa Ligine katılmasında büyük pay sahibi oldu.
Bielsa, namına yakışan bir teknik adam olduğunu Şili ile 2010 Dünya Kupasında herkese ispat etmişti. Marcelo Bielsa’nın, Şili milli takımına oynattığı “çılgın” futbol, yeşil sahaların gördüğü en güzel örneklerden biri olmuştu.
Şili milli takımına, sahanın her yerinde rakipten fazla olmayı aşılamayı başaran Bielsa, üçlü savunma kurgusunu da başarıyla uygulayarak, turnuvada İspanya milli takımına 10 kişiyle direnerek, o muhteşem pas trafiğine gölge düşürmüştü.
İşte o Bielsa, Şili milli takımında yarım bıraktıklarını, 2011 yılından bu yana İspanya’nın Athletic Bilbao takımında yapmaya devam ediyor.
Bask bölgesinin en güçlü takımını çalıştıran Bielsa, Bilbao’ya La Liga’da son 32 yılın en kötü başlangıcını yaptırmasına rağmen, 35 yıl sonra Avrupa arenasında adını çeyrek finale yazdırmasını sağlayan ilk teknik adam oldu.
Elbette futbol dâhisi Daum’un transfer ederken gördüğü yeteneği, ön liberoda oynatarak öldürmesi, oyunu basit ve düzgün oynayan Johnsen’in, İnönü macerasının kısa sürmesindeki bir diğer önemli nokta oldu.
Daum’un Beşiktaş’ın başından ayrılmasıyla birlikte göreve gelen Rasim Kara’nın ilk muhteşem icraatı Johnsen’i göndermek oldu. Johsen,22 maç formasını giydiği Beşiktaş’tan, hiç kimsenin beklemediği bir takıma, Manchester United’a transfer oldu.
Sir Alex Ferguson’un, Johnsen’i Manchester United’a transfer etmesi “futboldan çok iyi anlayan” bizlere bir tokattı. Elbette bu tokat sadece Ferguson’un attığıyla kalmadı. Johnsen’in cevabı da aynı sertlikte oldu. Gary Pellister gibi çok önemli bir oyuncunun görevini devralarak altı sezon Manchester United forması giydi.
Futbol üstatlarımızca “Düz adamdı, yanına iki pas yapıyordu, koşmuyordu” denilen Johsen, M.United ile 6 sene içinde 4 lig şampiyonluğu, 1 FA Cup ve 1 UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşadı.
Manchester United’ın ardından Aston Villa’ya transfer olan Johnsen, İngiltere kariyerini Newcastle United formasıyla sonlandırdı.
Barcelona’nın 1978/79 sezonunda Neeskens’li kadrosuyla Rayo Vallecano’yu 9–0 yendiği mücadelede Avusturyalı golcü Hans Krankl, Katalanlar adına bir maçta 5 gol atan son oyuncu olmuştu.
Bir zamanlar dünyayı yerinden titreten Avusturya milli takımının vazgeçilmez oyuncusu olan Krankl, Arjantin’de düzenlenen Dünya Kupasında attığı 2 golle Almanya’yı kupanın dışına iten isimlerin başında geliyordu.
Avusturya milli takımı denilince akla Polsterler, Prohaskalar ve Krankllar gelirdi. 69 milli maçta 34 gol atan, Altın Ayakkabı sahibi bu efsane, Barcelona taraftarlarının da unutulmazları arasındaki yerini almıştı.
Barça taraftarının Goleador (Golcü) ismini verdiği Krankl, İspanya Ligindeki ilk sezonunda 29 golle gol kralı olurken, aynı yıl Fortuna Düsseldorf’a attığı golle Katalanların, Avrupa Kupa Galipleri Kupası'nı kazanmasını sağladı.
Lionel Messi’nin dünya futbolunu kasıp kavurmasıyla başlayan süreçte, Arjantinli oyuncular arasından yeni bir Messi bulma isteği dev kulüplerin iştahını kabartmaya devam ediyor.
River Plate formasıyla gösterdiği performansın ardından İtalya’nın Roma takımına transfer olan Erik Lamela bu jenerasyonun son dönemdeki en büyük örneklerinden biri.
Futbola, River Plate’de başlayan Lamela, henüz 12 yaşındayken Barcelona’nın kapısından döndü. Barcelona’nın dünyaca ünlü alt yapı okulu La Masia’da yeteneklerini sergileyen Lamela, ailesinin isteği üzerine sözleşme imzalamadan Arjantin’e geri döndü.
Uzun boyu, atletik yapısı, driplingi ve attığı mükemmel paslarla 30 yaşındaki bir oyuncunu profesyonelliğine sahip olduğu söylenen, otoritelerce Kaka, Pastore ve Ronaldo benzetmelerine maruz kalan Lamela, 2009 yılında ilk resmi maçına Tigre karşısında çıktı. Ancak o maçtan sonra 2010–11 sezonuna kadar forma şansı bulamadı.