Nuruosmaniye’de Tarihi Subaşı Lokantası’nda yemek, Kapalıçarşı’da Şark Kahvesi’nde ’sade ka’ve’ şeklinde salınıp, Sahaflar Çarşısı, Mercan, Tahtakale derken Köprü’ye vardım.
Klasik tur, Köprü’yü geçip Tünel’e binmem ve İstiklal’e çıkmamla sona erecek.
Köprü’nün Karaköy’e bağlanan noktasında, Perşembe Pazarı tarafında kalabalık dikkatimi çekiyor.
"Bu kadar kalabalık dandik saat satan siyah kardeşlerin tezgahı için veya oltalara yem satan adamın karidesleri için toplanmış olamaz... Bir bakalım" dedim...
*
Saçları "Kıristiyaano Ronaldo" gibi beton jöleyle sabitlemiş şehir apaşı genç arkadaşlar, kule atlaması yapıyor!
İnsan kalabalığı, köprünün kenarına çıkıp kendisini Haliç’e sırayla bırakan gençleri "Kafayı yaran çıkacak mı?" tarzı bir merak ve heyecanla izliyor.
Eskiden Ada Vapuru iskeleye yaklaşırken atlayanlar vardı.
Veya daha nostaljik takılmak isteyenler "İnci Avcıları"na kadar geri gidebilir...
Teknikleri yok, sürekli pişiyorlar.
Köprüden atlayanları bırakıp Tünel’e yöneliyorum.
Aaa! Vagon değişmiş.
Taksim’deki füniküler gibi yeni bir vagon.
Paris’te yapılmış eski vagon gitmiş.
Eskisini çok sevdiğim için yenisine kıl oluyorum fakat geçer...
Yalnız havalandırmaya bir çare.
O kadarcık yolda nem yapıştı üstümüze...
Dylan’ın kolundaki efsanevi kızBob Dylan’ın hayatımdaki yeri mühimdir.
Bir o vardır bir de diğerleri.
Diğerleri derken Led Zeppelin’e, Bob Marley’e, Ramones’a, Miles’a, Roky Erickson’a, ne bileyim Rolling Stones’a, Cohen’e, The Band’e veya Otis Redding’e filan ayıp etmiş olmayayım. Hepsinin yeri ayrı.
Ama Dylan biraz daha ayrı diyelim.
"Cenazemde çalınmasını isteyeceğim şarkılar" listesi yaptığım zamanlarda Dylan ilk sıra için muhakkak adaydır.
Merak edenler için "Things Have Changed"in bu alanda favorim olduğunu da söyleyeyim: "Rahatsız olmayın beyler; sadece geçip gidiyorum..."
Her durum için bir şarkısı vardır.
Dylan’la devrim de yapılır, aşık da olunur.
*
Aşk ve Dylan demişken...
Sevdiğim müzik dergilerinden Uncut’un son sayısında (135’inci sayı, George Harrison kapaklı) okuduğum yazıdan bahsetmenin zamanı da geldi.
Yazı Dylan’la ilgili; daha doğrusu Dylan’ın ikinci albümü olan (45 yıl önce!) "Freewheelin"in kapağındaki kızla.
Önce kızı tanıştıralım.
Adı Suze Rotolo.
Dylan’ın hayatına şöhret yolculuğu başlamadan önce giren kız.
Dylan’ın otobiyografisinde "Hayatımda görgüğüm en erotik şeydi..." diye bahsettiği, rock müzik tarihine "Freewheeelin’in kapağındaki hatun... Dylan’ın Pilici" şeklinde geçen kız.
*
Suze Rotolo ve Dylan, New York’ta 1961’in Temmuz ayında tanışmış.
19’luk Dylan, 17 yaşındaki İtalyan asıllı Suze’ye anında vurulmuş.
Suze’nin ailesi New York’un namlı komünistlerinden.
Suze’nin politik açıdan kendisinden bir adım önde olması da Dylan’ın hayranlığında etkili olmuş; bunu hissetmek mümkün.
Suze’nin annesi Dylan’dan hiç hoşlanmamış.
Hisler karşılıklı tabii. Dylan da Suze’den ayrıldıktan sonra yazdığı "Ballad In Plain D" adlı şarkıda annesinden "parazit abla" diye bahsederek intikam almış.
Dylan’ın hatırlamak istemediği şarkılardandır...
*
Neyse, anne muhalefetine rağmen gençlerde aşk bacayı sarıyor.
Suze ve Bob, bir İtalyan restoranının üst katına beraber taşınıyorlar.
Daha "Dylan ve kolundaki kız" olmamışlar.
1960’ların başında körkütük aşık iki genç, o kadar.
Bu sırada ilk albümüyle dikkat çekmeye başlayan Dylan’ın kapısını, bir şubat günü fotoğrafçı Don Hunstein çalar.
Hunstein’a plak şirketindekiler, "Bu çocuk adam olacak, doğru dürüst fotoğrafı yok" demiştir.
Hunstein evde birkaç poz çeker, sonra "Şu döküntü süet ceketi al da sokağa çıkalım" der.
Suze de paltosunu giyip seyretmek üzere onlarla çıkar.
Yerlerde kirli kar. Fonda meşhur "Vosvos minibüs" durmakta.
Biri Suze’ye, "Sen de gelsene fotoğrafa" der.
Suze, zemheri zürefası gibi sokağa çıktığı için donmakta olan sevgilisinin koluna girer.
Ve o tarihi fotoğraf çekilmiş olur.
*
Peki sonra?
Dylan’ın şöhretinin çığ şeklinde gelişmesi sırasında ezilenlerden biri de Suze olur.
Dylan’ın değişiminden çok, diğer insanların "Dylan’ın kapağındaki piliç" şeklinde yaklaşımları sinir bozucudur.
Suze bir adım geri atmaya karar verir ve annesinin yönlendirmesiyle İtalya’ya uzun bir tatile gider.
Biz müzikseverler, Dylan’ın bu ayrılık acısı döneminden "Don’t Think Twice It’s All Right" ve "Tomorrow Is A Long Time" gibi şarkılar kazanmış oluruz...
*
1963’te Suze New York’a döndüğünde şöhretli bir Dylan vardır.
Ve tabii bir de Joan Baez.
1964’te yollar tamamen ayrılır.
Suze kendi hayatına devam eder. Maceralı da bir hayat yaşar. Küba’ya gidip Fidel’le tanışmalar filan...
Ancak 45 yıl boyunca içinde bir eksikle yaşar.
Bütün Dylan kitaplarında, bütün Dylan ile ilgili kitaplarda bir "kapaktaki kız hikayesi" vardır.
Fakat o Dylan’ın hikayesidir.
Ya kendisi?
*
Martin Scorsese’nin belgeseli için ilk kez konuştuktan sonra rahatladığını fark eder ve oturur kendi hikayesini yazar: "A Freewheelin’ Time."
Suze Rotolo’nun kitabını bir şekilde bulup okuyacağım.
Bu yazıyı yazarken kullandığım Uncut röportajını da tavsiye ederim.
*
Suze Rotolo, "A Freewheelin’ Time" adlı kitabı yazarken albümü sıklıkla dinlediğini, bunun kendisine nostaljik bir yürek sancısı değil, hoş hatıralar taşıdığını söylüyor.
Belli ki aralarındaki mesele tamamen hallolmuş.
Suze, sözlerini şöyle noktalıyor:
"Eğer geriye dönüp fotoğraftaki kızla konuşma şansım olsaydı, ona gülümseyerek ’Keyfine bak!’ derdim..."