TRT 3’te bağımlısı olduğum, kimi zaman kaydettiğim bir kuşak var: “Bir Zamanlar Ligimiz” Müthiş arşivini açıyor TRT; veriyor nostaljiyi, veriyor nostaljiyi...
Geçenlerde 1985-1986 sezonunun maç özetleri vardı. Galatasaray’da Simoviç, Prekazi, Yusuf, Raşit, Arif... Beşiktaş’ta Metin, Ali, Feyyaz, Fikret, Sinan, Gökhan... Fenerbahçe’de Müjdat, Şenol, Pesiç... Altay’da Erdi, İsa, Reha, Yesiç, Şeref, Turgut... Cemal’li, Nazmi’li, İbiç’li Zonguldak var... Trabzon’da Küçük Şenol, Büyük Şenol, Küçük Hasan, Büyük Hasan zamanları... Hakemlerden Sadık Deda, Bayram Can, İhsan Türe, Coşkun Kutay...
Detaylar müthiş. Tribünlerde hâki bloklar şeklinde askerler oturuyor. Tribünde makineli tüfekli mavi bereliler var. 12 Eylül’ün gölgesi hâlâ stadlarda. Polisler “saylonlu” modelinde takılıyor. Saha kenarı reklamlarındaki bankaların çoğu bugün lastiği patlatmış vaziyette. Töbank’ı hatırlar mısınız mesela?... Turgut ve Semra Özal çifti Beşiktaş-Ankaragücü maçını seyretmek üzerinde Şeref Tribünü’ndeki yerlerini alıyorlar. Sahada “ayılama” faul yapıldığında spiker “futbol dışı hareket” demekle yetiniyor. Gole saha içinde futbolcularla birlikte sevinen yerel gazete foto muhabirleri normal karşılanıyor. Skorboard’ların içinde insanlar yaşamakta! Gol olunca bir siluet şeklinde belirip tabelayı değiştiriyorlar. Sahalar berbat. Çamur deryası. Tribünlerde formalı taraftar neredeyse hiç yok. O yıllarda “store” mu vardı?
Bütün bu yoklukların, insanın içine “Pazar akşamı gelmiş ama ev ödevini yapmamış ilkokul öğrencisi sıkıntısı” taşıyan rüzgarların içinde büyük güzellikler de gizli. Cevad Prekazi’nin müthiş füzesi var, Beşiktaşlı Gökhan’ın bugün de yarın da sonsuza kadar da haftanın golü sayılabilecek golü var; var oğlu var! O günleri hayal meyal de olsa hatırlayanlar için eşsiz bir kaynak. Hey gidi günler hey!
İki teselli ikramiyesi
FUTBOL camiasında haftanın en mutsuz iki insanı Eskişehirsporlu Emre Toraman ve Galatasaraylı Yaser’di. Biri kendi kalesine iki gol birden attı ve takımı maçı 2-1 kaybetti. Diğeri takımının ihtiyaç duğduğu bir anda maça girer girmez lüzumsuz bir kırmızı kart gördü. İkisine de geçmiş olsun. Üstlerine gelenler çıktı, çıkacaktır. Futbolda olur böyle şeyler. Kendi kalene gol de atarsın, final maçında penaltı da kaçırırsın. İki futbolcuya da “Takmayın kafanıza fazla. Ders çıkartın ve daha güçlü olarak dönün” demek isterim. Zor günler yaşadıklarına eminim. Teselli ikramiyesi olarak ikisine de “Yıkılmayın, ayakta kalın” mesajı yollamış olayım. Sözüm bundan ibaret.
18 dikiş, 39 derece ateş geçmiş olsun Ahmet Çakar
TELEGOL Pazar akşamı “anında klasik” olacak türden bir bölümle ekrana geldi. Ahmet Çakar bir operasyon geçirmiş. Geçmiş olsun, hemen iyileşmesini, gücü ve neşesiyle dönmesini dilerim. Telegol ekibi stüdyoda, Ahmet Çakar telefonda. Gerek duyuldukça bağlanacak, yorumlarını hasta yatağından da olsa seyirciye ulaştıracak. “Herşeyin başı sağlık. Keşke kendisini zorlamasaydı” diyen de çıkar. Fakat izninizle ben bu durumda Çakar’ın seyirciye duyduğu saygıyı ve çabasını takdir edenlerin tarafında yer alacağım... Bir ara tam hakim olamadığım bir konuda Ziya Şengül’le aralarında tele-münakaşa başladı. Ahmet Çakar “Ben Ziya Şengül’ün Fener’de hocalık yaptığı dönemi hatıtlamıyorum” diyor. Ziya Şengül “Sen tavla oynarken Galatasaraylı olduğunu söylermişsin, öyle duydum” diye karşılık veriyor. Bir ara, Ahmet Çakar “18 dikiş, 39 derece ateşim var. Bu şarkı burada bitmez. Haftaya oradayım” diye çıkıştıktan az sonra bir sessizlik oldu. Sessizliği yine Ahmet Çakar bozdu: “Yaramda kanama var... Bir dakika dikiş yeri kanıyor... Bir pansuman yapayım...” Ah be abi, ah be abi!.. Ne diyeceğimi bilemedim vallahi!