Paylaş
Refik Erduran’dan bir elektronik posta geldi yazı üstüne.
Hem tarihe küçük bir not düşmek hem de Refik Bey’in elektronik postasındaki isimleri sevgiyle anmak için aynen yayınlayacağım.
O dönemki TKP’nin (Türkiye Komünist Partisi) isteğiyle başlayan ve sonunda ‘utandıran bir kapitalist başarısı’na dönüşen Çağlayan Yayınları’nın hikâyesini birinci ağızdan okuyalım, öğrenelim.
* * *
“Kartal kanatlı, kanarya sesli evladım, merhaba!
Çağlayan Yayınları gençliğimin hoş bir anısıdır.
Nâzım Hikmet ve Mehmet Ali Aybar aracılığıyla TKP isteğine uyarak, askerlik arkadaşım Ertem Eğilmez -sevimli- hergelesini de devreye sokarak, o zamanki yasakları çaktırmadan delmek için popüler paravana diye kurmuştum.
Kazaya belaya karşı sloganı ‘Türkiye’de ilk kez Amerikan plastik kapalı cep kitapları’, çok satışının sırrı bir liralık fiyatı ve gazete müvezzileri eliyle de dağıtılmasıydı.
İlk kitap diye bir başka hergele Refik Halid’in Dişi Örümcek’ini seçtim, reklam kampanyalarını Orhan Pamuk’a parmak ısırtacak hinoğluhinlikle hazırladım, Türkiye’de gerçekten bir ilk uygulama olan tam gazete sayfası ilan stratejisini kullandım.
Hiç hesaba katmadığım acayip bir kapitalist başarı ayıbını sardım başıma.
O yılların ilkel baskı teknolojisi ile ayda dört kitap çıkarıp 40 ile 90 bin arasında satıyorduk.
Utandım, sıkıldım, işleri Ertem’e bıraktım. Rasyonel yönetimden haberi yoktu keratanın.
Nasıl saçmalayıp para konularını yüzüne gözüne bulaştırdığını kendi anlattı basına.
Ama arada, başka serilerde, İnce Memet gibi doğru dürüst kitaplar da çıkardık. Hasılı, yayıncılık tarihimizin ilginç bir sayfasıdır. Ama hiç ağza alınmaz.
İlk kez bu sabah senin sütununun sonunda rastladım Çağlayan adına. Hoşuma gitti. Sağ olasın.
Refik Erduran”
* * *
Refik Bey siz sağ olun.
Ama “Kartal kanatlı, kanarya sesli” hitabına itirazım var.
Cimbomluyuz, yastayız, bu sezon kepenk indirdik, boynumuz bükük, isyanlardayız ama iş ses çıkarmaya gelince yine kükreriz.
Bugün olmazsa yarın...
Knut hızlı yaşadı, genç öldü
BERLİN, 2006 yazı.
Dünya Kupası için bu güzel kente akın eden binlerce futbolsever arasından kaçıp kaçıp Berlin Hayvanat Bahçesi’ne sığınıyorum.
Aşırı sıcağın sopa olup adam dövdüğü günlerde, kentin göbeğindeki eski model, çok güzel bahçede kitabımı okuyorum, tatlı hayvan arkadaşlarımla muhabbet ediyorum!
Penguenler yapay kar makinesine kutsal kişi muamelesi yapıyor, kutup ayısı hamile söylentisi dolaşıyor.
Herkes doğacak bebeği; Knut’u bekliyor.
Knut Aralık 2006’da bir kartopu boyunda doğduğunda iki palamut irisi kapıp kutlamaya gidemedim.
Ama 2007’nin bahar aylarında, über-yıldızlığa ilk adım attığı günlerde yanındaydım.
Annesi doğum sonrasında reddetmişti, kardeşi dayanamayıp ölmüştü.
Knut’a bakıcı Thomas Dörflein sahip çıktı. Yanında uyudu, elleriyle besledi, büyüttü.
Knut’un Vanity Fair’e kapak olmasına, hayvanat bahçesinin kârını katlamasına -ben de dahil- binlerce kişinin Knut’la ilgili hediyelik eşyası alıp Berlin ekonomisine milyonlarca Euro katkı yapmasına itirazlar da yükseldi.
Melek yüzlü Knut’un esarette yaşayacağına ölmesinin daha iyi olacağını söyleyen aktivistler, “Büyüdükçe sevimliliğini kaybetti” diyen tipler çıktı.
Yüzlerce kameranın kaydettiği bir törenle tanıtılan, günde minimum 1500 ziyaretçisi olan Knut “sevgi arsızı” olmuştu kimilerine göre.
Bakıcısı bir kahraman olarak öldü kalp krizinden.
Bebeğimiz Knut da fazla dayanamadı “kalabalıklar içinde yalnızlık” klişesine.
19 Mart 2011, cumartesi günü, yüzlerce ziyaretçinin önünde son bir gösteri daha düzenledi ve 4 yaşındayken “canlı yayında” öldü.
Knut’suz Berlin fikrine alışmak zor olacak.
Boncuk burnundan, kömür gözlerinden, kar beyazı tüylerinden, koca patilerinden öperim Knut.
Burada canına okuduk, orada, gittiğin cennette sevimli bir kartopu olarak sonsuza kadar eğlenirsin umarım.
Başta çocuklar olmak üzere tüm sevenlerin seni hep hatırlayacak.
Paylaş