Titrek Bacanak

KÜÇÜCÜK televizyonumun karşısında şuursuzluk kürü uyguluyorum kendime. Böyle zamanlarda ne seyrettiğimin önemi yok.

Herhangi bir kanalda, herhangi bir programa takılabiliyorum. Bir yandan kitap okumaya çalışıyorum ama haliyle okuyamıyorum. Televizyonu da seyrettiğim söylenemez. Bazen daha da yoğun bir kür uygulayıp, müziği de açıyorum.

İyi geliyor ama onu peşinen söyleyeyim.

Televizyonda sirk filan çıkmadığı sürece kanal değiştirmiyorum. Küçüklüğümden beri uyuz oluyorum sirklere. Saksağana dönüştürülmüş kaplanlar vesaire canımı sıkıyor işte...

Böyle bir şuursuzluk anında Türk filmi başladı. Aaa! Kesinlikle haberim yoktu Neco'nun film çekmiş olduğundan. 1970'lerde, yeni şöhret olduğu dönemde çekmiş olmalı.

Klasik hikaye. Neco zengin bir ailenin çocuğu. Fabrikanın başına geçmesi gerekiyor. Fakat o yakın bir arkadaşını yerine geçiriyor, onun şoförü olarak takılıyor.

Bu arada ‘‘Halk ne yapar, işçilerimiz ne yer, ne içer’’ diye fabrikasında çalışanların takıldıkları bir lokale gidiyor.

Sahnedeki ekip süper. Rahmetli Öztürk Serengil'in ‘‘Gülünüz Güldürünüz’’ adlı kült mertebesine ulaşmış programıyla kısa süreli şöhret yakalamış tiplerden oluşuyor orkestra. Bir tane Kolombo vardı, hatırlayanlar olacaktır. O davulda filan...

Korkunç kötü bir şekilde dönemin ünlü sanatçılarını taklit ediyorlar. Filmin esas kızının doğum günü kutlanıyor aslında...

Başroldeki kızı hatırlayamadım. Ayıp aslında ama tanıdık da gelmedi... Her neyse, halk kıza ‘‘Bugün senin doğum günün, kelimeler büyümeli ağzında’’ şeklinde baskı yaparak şarkı söylemesini istiyor.

Kız da istemem yan cebime makamından ‘‘Gülünce Gözlerinin İçi Gülüyor’’u söylüyor.

Herkes beğenerek, bayılarak, ayılarak ve tekrar bayılarak dinliyor. Şarkı bittiğinde ayağa fırlayanlar, ‘‘Nur ol!’’, ‘‘Şakıyan dillerini yirim senin’’ diye bağıranlar ve tabii ‘‘Hastası oldum kızın ağbi’’ ifadesiyle Neco'yu görüyoruz.

Neco gözlerini kızdan ayırmadan arkadaşına ‘‘Keman gibi sesi var vallahi’’ diyor...

Bunca zamandır albüm eleştirisi yaparım böyle bir cümle kurabilmiş değilim daha. Senariste gecikmiş saygılarımı sunuyorum bu vesileyle...

* * *

Bu noktada müsaadenizle hayatımda duyduğum en iyi müzik tespitlerinden birini aktarmadan geçemeyeceğim. İki ay kadar önce Kaktüs Kahvesi'nde oturuyorum. Sabah, kahve içip gazete okumaya gitmişim.

Fonda insanın içini rendeleyen bir rap albümü çalıyor. Sabah sabah çekilecek nane değil ama nedense ‘‘Yahu, değiştirsek ya şunu’’ diyemiyorum.

Tam o sırada Kaktüs elemanlarından Deniz seri hareketlerle müzik setine yaklaşıyor, çot diye müziği kapatıyor ve unutulması mümkün olmayan şu yorumu yapıyor: ‘‘Ne bu böyle be, Japonları kavga ettiriyoruz sanki...’’

Söyleyecek lafı olan yoktur umarım. Nasıl bir hayal gücüdür bu?.. Takdir hisleriyle doldum taştım...

* * *

Neyse, Neco'nun ‘‘keman gibi ses’’ benzetmesinin şokunu evde tek başıma atlatmaya çalışırken telefon çaldı. Arayan Topesto.

‘‘Döndün mü birader?’’ dedim. ‘‘Bu sabah geldim’’ dedi.

Bodrum'a kaçmıştı birkaç günlüğüne. ‘‘Yol nasıldı’’ dedim. ‘‘Uçağa binsem Paraguay'a gitmiştim herhalde’’ dedi. 13,5 saat sürmüş.

‘‘Doğru konuştun usta’’ dedim.

‘‘N'apıyorsun, evde misin?’’ dedi.

‘‘Sen beni ev telefonundan aradın ve karşına ben çıktım. Çok başarılı bir telesekreter taklidi yapmıyorsam, sence de evde olmam gerekmez mi?’’ dedim.

‘‘Ukalalık yapma’’ dedi. ‘‘Ağbi senin salaklık yapma hakkın var ama benim ukalalık yapma hakkım yok öyle mi?’’ diyecektim vazgeçtim.

Neco'nun cümlesini aktardım. Güldü. Beraberlik için o da şunu anlattı. Televolelik bir programda cep telefonu üzerine meşhur insanlarla söyleşiliyormuş.

İşte efendim, muhabir soruyor ‘‘Cep telefonu nasıl bir şey’’, meşhur insan cevaplıyor ‘‘Ay çok iyi bir şey...’’

En orijinal cevap Alişan'dan gelmiş: ‘‘Buradan, bu vesileyle o cep telefonunu keşfeden kişinin elini öpmek istiyorum...’’

İyi ağbi, öp tabii..

* * *

‘‘İstersen bana gel, laflarız’’ dedim. ‘‘İyi geleyim’’ dedi ve çıktı geldi.

Oturduk televizyon seyrediyoruz. CNBC-E'de ‘‘Working’’ başladı. Arada iyi espriler çıkıyor ama eh işte...

Olayların cereyan ettiği bölümün, -benden öküz olmasın- öküz şefi tatile çıkıyor. Biraz ruhu incelsin diye, elemanlardan biri -esas oğlan- buna kitap hediye ediyor.

Malum, CNBC-E dizileri, filmleri orijinalinden yayınlamak gibi bir güzellik yapıyor. Bu sebepten seviyoruz bu kanalı zaten.

Neyse, şef kitabı alıyor inceliyor. Kitap, J.D. Salinger'ın, ‘‘Catcher In The Rye’’ı. Türkçeye ‘‘Gönülçelen’’ olarak (Adnan Benk çevirmişti ilk olarak) çevrilmişti.

Fakat, diziyi çeviren arkadaş ‘‘Titrek Bacanak’’ diye çevirdi.

‘‘Yuuuh!’’ filan dedik geçtik.

İki gün sonra Aktüel'de şahane yazılar yazan arkadaşım Ebru Çapa'yla karşılaştım. Manasızlıklar diyarında laflıyoruz. Ben bu hikayeyi anlattım.

Ebru Çapa beni enformasyon bombardımanına tuttu. ‘‘Bak’’ dedi, ‘‘Çevirmen çam filan değil, orman devirmiş o ayrı. Ama Salinger'in Türkçe'ye 'Titrek Bacanak' diye çevrilmiş hali de var. Fakat o kitap 'Catcher In The Rye' dğil. Salinger'in '9 Öykü'sünün beşini çevirmişti Müfide Pekin. Şahane bir çeviridir, o da ayrı. İşte o '5 öykü', bu adla 'Titrek Bacanak' adıyla çevrilmişti. Durum budur...’’

‘‘Ezdiniz beni bu bilgilerle’’ demedim tabii, ‘‘Vay be!’’ ile yetindim...

Yerimiz müsait olsaydı, bir de Sahrap Soysal'ın ‘‘Mutfakta Keyif’’ programında verdiği ‘‘Televole Böreği’’ tarifinden de bahsetmek isterdim ama heyhat!..
Yazarın Tüm Yazıları