Hitit Kralı İkinci Şuppiluliuma, 3 bin yıl sonra çıktığı yerden faltaşı gibi gibi açılmış gözlerle bakıyor.
Arkeolojik değeri çok büyük diyor bilim insanları, elbette öyledir.
Bu sıcakta arazide çalışıp çıkaranların elleri dert görmesin.
Peki İkinci Şuppiluliuma niye öyle bakıyor?
Bu sorunun cevabı için sütunumu eski ve sevgili arkadaşım Ayşe Erdem’e bırakacağım.
Ayşe İsviçreli gazetecilere mihmandarlık yapmak için Hatay’da.
Dün sabah yazdığı mektup elime geçti.
Tatlı üslubuyla Hatay’ı anlatıyor Ayşe.
Sütun bugün onundur...
* * *
“Devrim diyor buradaki çocuklar; çocuklar dediğim, Suriye’den kaçanlar, devrim dediğim ise Esad rejimine karşı bir senedir Suriye’de başkaldıranlar.
Burası neresi mi? Hatay.
Türkiye’nin kazandibi, geç gelen çocuğu. Türkiye’deymiş de tam da değilmiş gibi yapan, ne Akdeniz şehri ne güneydoğu şehri.
En işlek sokağında Ortodoks kilisesinin Müslümanların ramazanını mübarek ettiği bir koca pankart asılı şehir Hatay.
Ortasından su akan şehirleri severim, kim sevmez. O yüzden bu sene daha çok sevdim Hatay’ı.
Geçen sene akmıyordu Asi, kentin ortasında koskoca bir kuraklık can yakıyordu. Bu sene ışıl ışıl geceleri Antakya, tüm ışıklar Asi’ye vurmuş.
Suriyeliler bu sene tarım yapamıyorlarmış savaşmaktan, kapakları açmışlar, su varabilmiş Antakya’ya kadar, ben kentin yalancısıyım.
Hep de öyle olacağım.
* * *
Burada tüm kanunsuz demeyelim de uygunsuz işler polisin gözünün önünde yapılıyor, göstererek.
Karaborsa malların satıldığı tezgâhların 3 metre yanında polis minibüsü duruyor.
Müşteri bekleyen kadın ve erkekler sivillerin atıştırdığı büfenin önünde banklarda mesajlaşıyorlar.
Ve tabii kamplarda olması gereken, isimleri mülteci listesinde kayıtlı ve bu kentte uyuyan, gezen, çalışan çocuklar en güvenli yer olarak köprüde randevu veriyorlar, tam da polis aracının yüzünü çevirip durduğu köprüde.
Buraya gelmeden önce ilk iş olarak -henüz ben adını koyamadığım için yazamıyorum- Türk medyasının çoğunluğunun muhalifler dediği gruba kimin ne dediğine bakmıştım.
Free Syrian Army (FSA) en kolayı, wikipedia diyorsa doğrudur.
Bizde özgür Suriye ordusu diyenler azınlıkta, devrimciler, isyancılar ve tabii teröristler terimleri kullanılıyor.
Her neyse orada bir ordu var, nizami ya da değil, var. Ölüyorlar ve öldürüyorlar. Bir de onlara inanan ve kaçıp buraya sığınanlar var. Savaşmayı bilmedikleri için, tam da ikna olmadıkları ama rejime karşı oldukları için, para kazanmak, konfor ve en basiti yaşamak için sığınanlar var. Sığınmacı diyorum ben onlara, onların da burada değişik isimleri var; misafirden teröriste uzanan uzun bir liste.
Yani kafalar karışık.
* * *
Acıklı hikâyeler var elbet; savaş varsa ortalık pislenir.
Organları eksik insanlar, İngiliz Dili ve Edebiyatı okurken aniden öğrendiğini sadece gazetecilere satabilen çocuklar, evlerde yapılan ameliyatlar, kadın ve kızlarını savaş yerinde bırakıp başka bir güvenli ülkeye geçmenin verdiği acıyla yaşamak zorunda kalanlar, ölüler, yaralılar, savaş işte.
Biraz dikiş, ağlayan çocuklar, kötü yemek, çok karapara, çok kan, kangren. Bu hep olur. Sonra düzelir.
Ama Hatay’da şu an olan düzelmez. Sanki bu savaş Hatay’ın düzenini bozmak için çıkmış gibi.
Kimse mültecileri sevmiyor, ne Sünnisi ne Alevisi. Kimse sahip çıkmıyor, çünkü aralarına giriyor bu savaş, kim Sünni kim Alevi ortaya çıkıyor, hastaneye gelen mülteci yaralı ‘Ben alevi doktor istemen’ deyince, devrimcileri başüstü eden Aleviler, bu ‘sakallı devrimciler’i görünce devrimden soğuyunca...
Hatay’da her laf birbirine karışıyor, bilinenler yeniden tarif ediliyor.
Türk medyası Türkiye’nin Kürt
sınırını hesaplayadursun, bu şehirde bir dahaki
yaz çok üzüleceğiz gibi geliyor bana.
* * *
Ramazanda her yer açık, dürüm yiyebiliyorum, sokakta sigara içebiliyorum. Erkek kuaförü mevzuu mühim, abartmamak için 5 diyeceğim; 5 dükkândan biri erkek kuaförü.
Kızlar çok güzel, topuklar yüksek, terk edilmiş binalar her sokakta, ama yeni AVM’ler yapılmakta, yeni müze ve hemen yanında Hilton inşaatı sürmekte.
Lakin bodrumlarda idrar kokuyor, sadece enfeksiyondan adam ölüyor, şimdilik.
Hatay, Türkiye olmuş...”
(NOT: “Bedavaya getirdiğim” sanılmasın; bu yazının telifini ödemek için Ayşe’yi “memleketi” Bodrum’da bekliyoruz arkadaşları olarak. Bu sıcakta söylemesi ayıptır ama kaçtık, sığındık Bodrum’a...)