Garanti Bankası ve Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi’nin birlikte kalkıştıkları bir sergi var: "Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor/ Türkiye’de Hayat Tarzı Temsilleri 1980-2005"
Fikir Sibel Asna’dan çıkmış, Meltem Ahıska ve Zafer Yenal da serginin küratörlüğünü üstlenmişler.
17 Eylül’e kadar Osmanlı Bankası Müzesi’nde açık kalacak serginin bir de kitabı çıktı aynı isim altında. Kitapta sağlam metinlerin yanı sıra 25 yıllık süreçten derlenmiş gazete ve dergi kupürleri eşlik ediyor okura.
Giriş bölümünde "...Kitapta sözünü ettiğimiz temsiller ve göstergeler temelinde yaptığımız incelemeler, son 25 yılda yaşanmış olanların bir özeti olarak görülmemeli..." yazıyor.
*
"Oha Falan Oldum Yani", "Kendime Yeni Bir Ben Lazım", "Alsak Alsak Bedavaya Ne Alsak" gibi bölümlerden oluşan kitabı herkes istediği gibi görebilir tabii...
Kitabın 231’inci sayfasına gelene kadar hayatımdan çok mutluydum. Söz konusu sayfada "Artık Batılı Yaşıtlarımız Gibi Eğleniyoruz" başlıklı bir haber kupürü vardı...
25 Mart 1985 tarihli haber "Stüdyo 54 gençliği konuşuyor" üst başlığıyla Hey Dergisi’nde yayınlanmış.
Haberde "Artık Batılı yaşıtlarımız gibi eğleniyoruz" diyen üç genç insanın görüşlerine de yer verilmiş. Bugün itibariyle ne yaparlar, nasıl bir hayatları vardır, hálá Batılı yaşıtları gibi eğleniyorlar mıdır bilmek mümkün değil. Bu sebepten isimlerini yazmayayım, sadece baş harflerini kullanarak Stüdyo 54’le ilgili demeçlerini aktarayım:
"Burası müthiş bir yer. Bundan önce pek diskoteğe gitmezdim ama artık her hafta sonu Stüdyo 54’e geleceğim. Öyle çok eğleniyorum ki..." (B.M.)
"Gerçekten süper bir diskotek. Müzik çok iyi. İçerisi rahat. Geçişler (Buna açıklık getireceğim sonra) ve ışık düzeni müthiş. Kısacası tam bir Avrupai nitelikte Stüdyo 54." (Ş.S.)
"Stüdyo 54’ün en güzel yanı büyük olması. Herkes rahatça dans edebiliyor. İç düzenleme bir harika. Ses düzeni de olağanüstü." (N.T.)
Stüdyo 54’ün ilk kadro müdavimleri böyle konuşmuş. Bugün 35 yaş civarlarında olduklarını tahmin ettiğim bu arkadaşlar arasında ben de olabilir miydim diye düşündüm, yok olamazdım.
Niye mi, hemen açıklayayım.
Bir kere o tarihte Stüdyo 54’e gitmem pek mümkün değildi. Ancak matine tabir edilen ve cumartesi öğleden sonra gerçekleştirilen atraksiyonlara katılabilirdim.
Ancak gelin görün ki; o yaşlarda soluk yüzlü, sürekli siyah yarım balıkçı yaka kazak giyen, kimseyle konuşmayan, herkesi lüzumsuz bulan, tam sebebini bulamasa da isyankar bir ruha sahip olduğunu düşünen, uyuz bir tiptim.
Ve Stüdyo 54 de, benim gıcık olduğum her şeyin vücut bulduğu bir yerdi. Öncelikle ben rock dinliyordum, orada disko müziği çalıyordu.
Bunlar gitmemek için sıralanabilecek pek çok neden arasından aklıma hemen gelenler.
Fakat bütün bunları yalan yapan bir neden daha vardı... Vardı ki gittik zaten Stüdyo 54’e.
Bunalımlı genç rockçıyı Stüdyo 54’e çeken neden elbette kızlardı.
Burada okuru Stüdyo 54 yıllarının Komançero ortamına ışınlayalım, kahvaltı sofrasında "Ya, bir de Airport vardı, Discorium, Juliana’s" muhabbeti açmanızı sağlayalım diyoruz, güzel bir hizmet yapıyoruz belki.
Ama zımbalı kot, vatkalı ceket günlerinde yaşadığım kalp kırıklıklarını anlatacak da değilim tabii!..
Ben iyisi mi Hey’deki haberde Stüdyo 54’ü öven genç arkadaşın "Geçişler ve ışık düzeni müthiş" cümlesine açıklık getirerek konuyu saptırayım.
Stüdyo 54’ün 1980’lerin ikinci yarısında diskotek olarak hizmet vermiş bir yer olduğunu bilmeyen biri "Geçişler ve ışık düzeni müthiş" cümlesini okuduğunda, bahsedilen yerin bir kavşak veya dörtyol ağzı olduğunu düşünebilir.
Kendince "Demek güzel bir dörtyol açılmış. İnsanlar karşıdan karşıya rahatça geçebiliyor, ışıklar da düzenli olarak çalışıyor. Ne mutlu orada yaşayan insanlara, ne mutlu o yaya geçidinde önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa bakarak karşıdan karşıya geçene..." diye içinden geçirebilir...
Fakat burada bahsedilen "geçiş", DJ’in geçişi oluyor.
Çalan şarkılar arasında dinleyene hissettirmeden geçiş yapan DJ’lere o yıllarda büyük insan gözüyle bakılırdı.
*
Kitapta başka yıkıcı kupürler de var. Günaydın’da 13 Aralık 1984’te yayınlanan "Biyonik adam lastik ördeğini arıyor" başlıklı haber de bunların arasında.
Sadece başlığıyla bile okuru soru tedirgin eden, "Acaba nasıl bir belaya bulaşacağız, dur bakalım" dedirten haber, telsiz yasağının kaldırılmasının ardından yayılan ’Brek... Brek... Arkadaş arıyorum’ günlerini haber veriyor aslında. Telsiz yıllarını hatırlamayanlara çok tuhaf gelebilir fakat bu memlekette bazı insanlar, evlerine otomobillerine kurdukları telsizlerle haberleştiler, flört ettiler, evlendiler, çoluk çocuk sahibi oldular.
Günaydın’daki haber, telsiz sayesinde iletişim devrimi yaşayan bir çekirdek aileden hareketle, toplumu saran telsiz tutkusunu konu alıyor.
Haberden aktarayım yine ben:
"Lastik Ördek, aslında elektronikçi T.B.’nin eşi Z. Hanım. Ev için gerekli malzemeyi telsizle ’Biyonik Adam’a sipariş ediyor. ’Ama...’ diyor, ’Biyonik’ten habersiz adım bile atamıyorum, Lastik Ördek neredeydin diye hesap soruyor...’ Çiftin kızları G. de ’Biber’ koduyla geleceğin telsizcisi olma yolunda..."
Haberi okuduktan sonra "Evin erkeğinin kendine Biyonik Adam derken, eşine Lastik Ördek demesi, Türk toplumunun kanayan yaralarından birine, erkeğin kadına bakışına örnek teşkil ediyor..." diye başlayıp sizi bayıltana kadar böyle cümleler kurabilirim.
Fakat beni en çok B.’nin durumu endişelendirdiği için, o konuyla ilgileneyim, daha iyi olur.
Fotoğraftan anladığım kadarıyla 5-6 yaşlarında bir kız çocuğuymuş B...
1980 doğumlu olsa, bugün 26 yaşında oluyor.
Çocukluk yıllarında ailesinden miras aldığı telsiz sevgisiyle gaza gelmiş ve "Madem Biyonik Adam’la Lastik Ördek’in kızıyım ben... O zaman geleceğin telsizcisi de ben olacağım..." demiş. Teknolojinin günümüzde sağladığı imkanlara bakarsak, B.’nin geleceği yalan olmuş durumda.
Fakat bu kadar emin olmamak gerek. Biyonik Adam, "Kızım bekle bir 10 yıla kadar GSM geliyor, sen onun birincisi ol" demiş de olabilir.
*
Kitaptan son olarak da Atari Kuşağı’nın gözlerini nemlendirecek bir ilanı aktarayım.
Mayıs 1984’te "Atari. Şimdi sokaklar bomboş" sloganıyla verilmiş bir ilan.
İlanın üstünde kocaman "Atari Seviyorum" yazıyor. Daha sonra kullanıcının ağzından yazılmış havasındaki bilgileri okuyoruz:
"Atari beni geliştiren, bilgisayar çağına hazırlayan, heyecanlı, eğlenceli, süper bir televizyon oyunu! (Hep aynı yalan gördüğünüz gibi!..)
Atari oynuyorum, görülmemiş maceralar, müthiş maçlar, uzay savaşları oynuyorum..."
Sonra coşuyor çocuğumuz bir anda...
"Apartman koridorları, sokak araları, arabaların ortası, çer-çöp dolu arsalar;
...Bağırmayın çocuklar!
...Keserim o topu şimdi!
...Gidin başka yerde oynayın!!
YETTİ ARTIK! Ben Atarici oldum..."
*
Atarici çocuğun bu kadar heyecanlanmasına yol açan ilk 10 oyun kasetini de hatırlatayım eksi Atariciler gözyaşlarına boğulsun iyice:
Yurtdışında özellikle büyük şehirlere gidenlerin CD, plak, kitap, tişört, oyun, kısacası aklınıza eğlence olarak ne gelirse hepsini müthiş bir ürün çeşitliliği ile sunan Virgin Megastore’lardan haberi vardır.
Orijinal girişimci insan Richard Branson’un insanlık alemine kazandırdığı Virgin Megastore’un Türkiye’de bulunmaması, bugüne kadar sayısız geyik muhabbetine zemin sağlamıştır. "Baba, bir Virgin yok İstanbul’da" diye muhabbet başladığı anda uzarım, ona göre...
İstiklal Caddesi’ne çıkarsanız, Saray’ın dibinde göreceksiniz kaplı binayı. İşte Virgin İstanbul tam o noktada açılacak.
Demirören Grubu getiriyormuş. Açılış tarihini de 2007 sonu diye duymuştum ama niye o kadar beklesinler ki?
Bir başka engel yoksa bu yıl sonuna kadar açılır gibi duruyor. Virgin, eğer ürün çeşitliliğini de Türkiye’ye taşırsa hakkımızda çok hayırlı olur diyelim ve gelişmeleri bekleyelim...