Paylaş
Tartışma aslında yeni değil ama yaygın da denilemez. Malum; büyük bütçeli, geniş kitlelere hitap eden filmler dışında kalan yapımların kendilerine salon bulamaması meselesi.
Geçen hafta Türkiye’nin çok tanınan bir oyuncusuyla muhabbet ederken yeni bir film hazırladığını söyledi.
İsmini vermeyeyim şimdi...
Ben “Yazık sana” diyemeden yanımızda duran ve yine sinema sektörüne yıllarını vermiş arkadaşımız “Vazgeç birader, geleceğini, evlatlarını düşün. Ev al filan ne bileyim?” dedi.
Acıklı bir hava çöktü üzerimize. Bu devirde eli yüzü düzgün film yapmak ha?
Belki kütüphaneni ödüllerle doldurabilirsin ama filmin asla seyirciye ulaşmayacak sinema salonlarında.
Ulaşsa bile bir elin parmak sayısını geçmeyecek gösterileceğin salonlar. O salonlar da şehrin uzak köşelerine serpiştirilecek zaten. Hem haydi o 2-3 salona ulaştın, zorlu bir işi başardın; gösterim süren iki haftayı bulursa zil tak oyna sevinçten.
Sinema salonu işletmeciliği neticede bir yatırım. Parayı yatıranın kâr etmeyi istemesi de gayet doğal.
Fakat kârlı işletmecilik ile sorumsuzluk ve açgözlülükle harmanlanmış tekelleşme ayrı kavramlar.
Pollyanna böcüğü tarafından ısırılmadım, yerkürenin iyimserleri arasında bahsim geçmez fakat bu konuda sağlıklı çözüm üretilebileceğine inanıyorum.
Önce sektöre hâkim bir arkadaşımdan istediğim ve vaziyeti genel hatlarıyla ortaya koyan görüşü paylaşayım.
Sonra ‘masum’ çözüm önerimi yazacağım.
TEK AMACIMIZ EĞLENMEK OLUNCA...
Kalem sinemacı arkadaşımda: “Temelde mesele şu: Artık ‘sinema’ kendine salon bulamıyor.
Zaten değişen tüketim biçimleri, sinemaya gitme alışkanlıklarının azalması, televizyon hegemonyası vs gibi sinemayı etkileyen birçok etkenin yanı sıra artık ‘sinema’ Türkiye’de salonlarını da kaptırmış durumda.
Temelde ‘eğlence-entertainment’ niteliği olmayan hiçbir film kendine yer bulamıyor.
Artık sinemaya gitmenin formu film seyretmek değil eğlenmek (komedi-korku-aksiyon) ile yer değiştirdi ve biraz da tavuk-yumurta ilişkisi yaratıldı.
Eğlence filmlerinin dışındaki diğer filmler gişe yapmadığı gerekçesiyle salon bulamıyor.
Bulsa da son derece sınırlı sayıda salon buluyor ve de filmin ulaşılabilirliğini yok ettiği için yine gişe yapamıyor. Ayrıca bu sınırlı sayıdaki salonlarda da en fazla 1-2 hafta gösteriliyor.
Bu, bir filmin normal vizyon sürecine çok aykırı. Film çıkmış, duyuyorsun, plan yapıp gidene kadar vizyondan kalkıyor.
O yüzden artık sinema seyircisi kalmadı demek biraz yanlış oluyor. Sinema seyircisine de ulaşabileceği salon ve süre verilmiyor.
Zaten üretimi bu kadar zor bir sektörde bir de son derece sınırlı olacağı baştan belli gelir kaynağını da kestiğinde sinema yapmak imkânsızlaşıyor ve iyi işler çıkarmak mümkün olmuyor.
Hiçbir sinemacı zaten filminin milyonlarca izleyici toplaması beklentisiyle yola çıkmıyor ama en azından yeniden üretimi sağlayacak 100.000 ila 300.000 seyirciye ulaşabilmeyi umuyor. Türkiye’de en azından bu kadar sinema seyircisi olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca bu sadece Türk filmlerine uygulanan bir kısıtlama değil. Örneğin usta yönetmen Michael Haneke’nin Cannes ödüllü muhteşem filmi ‘Amour-Aşk’ Türkiye’de ikisi İstanbul-Beyoğlu ve biri Ankara’da olmak üzere toplam üç salon bulabildi. Bence çok ayıp.
Artık kimse film seyretmesin ve salonlar sadece eğlence kültürüne ayrılsın istiyorlar.
Avrupa’da birçok olumlu uygulama var. Devlet kotaları, belediye sinemaları vs...”
BİR SALONDA DA HANEKE GÖRELİM
Benim çözüm önerim arkadaşımın bıraktığı yerden başlayacak biraz: İlla devletin, yerel yönetimlerin ‘sanatsal/arthouse’ filmlere adres göstermesini beklemek gerekmiyor.
Olsa şahane olur da olmuyor işte biliyoruz. O zaman ‘tekelleşen’ işletmeciye durumu izah etmek gerekiyor.
AVM’lerde mitoz bölünmeyle çoğalan salonlardan bir tanesini (küçüklerden de olur) iyi niyetinin nişanesi olarak bu filmlere ayırmak bile bir başlangıç noktası olur.
Ayrıca hep aynı filmleri seyretmekten bunalmış, pazartesi sabahı işe gittiğinde ‘farklı’ bir film seyrettiğini anlatmaktan hoşlanacak ve evet ‘paralı’ bir kitlenin varlığı da aşikâr.
Film festivallerinin bu kadar dolu geçmesi tesadüf değildir herhalde.
Seyirci de salonlara baskı uygulamalı.
“Tamam birader 842 salonda ‘Fetih’ veya ‘Recep’ gösteriyorsun, helali hoş olsun göster de 18 salonda da Haneke görelim. Merak etme yine kâr edersin” diye sesini yükseltmeli.
“O filmler seyredilmiyor” demek bahane sayılmaz, “Gösterdin de gitmedik mi?” derler adama.
Mühim bir meseledir sinemamız için, daha çok tartışmak gerek.
Paylaş