Beni yeni filmlerden giderek uzaklaştıran temel problem ben değilim, bizzat yeni filmler! Bu hissin sadece bana ait olmadığını WSJ’in hafta sonu ekinde ‘Haydi sinemaya gitmeyelim’ başlıklı yazıyı okuyunca anladım
Filmelerle aram uzunca bir süredir limoni. Bir film bağımlısı olarak bu cümleyi kurmak, bunu kabullenmek zor tabii fakat gerçeği sizden saklayacak halim de yok. Geçmişte de benzer dönemler yaşadım aslında. Fakat o daha çok ‘sinemaya gitmekten sıkılmak’ şeklinde gerçekleşirdi. Malum, abartılı üşengeçlik, kronik tembellik, ‘dividi konformizmi’ vesaire vesaire... Topesto bu durumumu “Seni nostalji böceği ısırmış olabilir mi usta?” şeklinde yorumluyor. Son yıllarda dönüp dönüp sevdiğim filmleri seyrediyor olmam, kaçırdığım klasikleri kovalamam veya kafaya taktığım yönetmenlerin filmografisinden tulum çıkartana kadar ne var ne yok seyretmem Topesto cisminin haklı olduğunu düşündürtebilir. Ama bu kadar basit, yani Topesto’nun tek cümlede açıklayabileceği kadar basit bir kriz yaşamadığımı en azından hissediyorum.
SON BEŞ YILIN FİLMLERİ
Bu fakiri, yani beni, yeni filmlerden giderek uzaklaştıran temel problem ben değilim, bizzat yeni filmler! Suçu başkasına atıp fiyuv fiuttuuv şeklinde ıslık çalarak olay yerinden uzaklaşan tipte biri değilimdir, sorumululuğumu bilirim. Ama bu kez eminim, suçlu ben değilim, yeni filmler. Yeni derken neyi kast ettiğim anlaşılsın, net olmak için şöyle diyeyim: Son beş yılın filmleri. Hepsini harcamayayım, arada hakikaten güzel ve defalarca seyredilecek filmler de çıkıyor fakat orijinal, parlak, heyecanlı film sayısında gözle görülür bir azalma var. Bu hissin sadece bana ait olmadığını Wall Street Journal’ın hafta sonu eki ‘Weekend Journal’da Joe Queenan imzasıyla yayınlanan ‘Haydi sinemaya gitmeyelim’ başlıklı yazısını okuyunca anladım ve rahatladım. Yoksa alimallah “Yeni filmler çok uyuz” dediğiniz anda; Topesto örneğinde de görüleceği üzere, en yakınınızdakiler bile “Ukala dümbeleği, nostalji kumkuması” yaftasını ekleştiriveriyor. Kafadarım Joe, benden daha ateşli. Diyor ki Joe: “Inception gerçek olsa da Leonardo Hollywood plütokratlarının rüyalarına, zihinlerine girip ‘Yeterin ulen!’ diyebilse...” Plütokrat, gücünü parasından alan kişi demek; bu durumda stüdyolar, yapımcılar vesaire kast ediliyor. Joe’nun asıl sıkıntısı manasız devam filmleri, sıkıcı ve orijinaline hakaret kabul edilmesi gereken yeniden yapımlar vesaire. “Sex & The City 2 de ne be?” konumuna geçmiş, tutmak mümkün olmuyor. Özetle “2000’ler zaten kötüydü ama 2010 kadar berbat bir sinema yılı herhalde yaşanmamıştır” diyor.
ÖKSÜR BAKALIM HOLLYWOOD
Sinema konusunda güvenilir kaynak kabul edilen www.imdb.com da Joe’nun ve benim yanımda. Girip “En Kötü Filmler Listesi”ne baktım. 100 filmlik listenin 50 tanesi 2000’li yıllardan. Ölçü müdür? Bence ölçüdür. “Eskiden domatesin bile kokusu vardı” makamından giriş yapıp “Nerede bir Reservoir Dogs? Nerede Repo Man, Blade Runner, Bullitt, Mean Streets, Husbands, Chinatown, Cool Hand Luke?..” diye adam bayıltmak istemem. Ama hakikaten, nerede? Son olarak bir cesaret gidip ‘Inception’ı seyrettim. Beğendim ama bayılmadım; zaten bayılmak gereksiz, beğeneyim yeter. Eeee başka? Öksür bakalım Hollywood, başka neler var? İlla Coen Biraderler çalışacak, illa sürpriz bir bağımsız film bulacağız, illa ‘It Might Get Loud’ gibi baba bir belgesel çıkacak. Bu kadar. Toplasan 10 iyi film çıkacak mı 2010’dan ileriye kalacak? Şu anki manzaraya bakarsak benim ve Joe’nun cevabı belli: “Hayır...” En heyecanla beklediğim film, 1980’lerin klasiği... Aldığımız bilet, kurduğumuz hayalin yanından geçsin yeter. Ama bu filmlerle sinema aşığı kitleler yetişir mi? O soru da plütokrasinin kafasını kaşındırsın, aslan gibi arşivim bana yeter!