Hayalet Oğuz’un bahsini il olarak nerede, ne zaman, kimden duyduğumu hatırlamıyorum. Ancak 1996’da Sezer Duru ve Orhan Duru’nun hazırladıkları (sonra ikinci baskısını da yapmıştı Yapı Kredi Yayınları) ‘O Pera’daki Hayalet’ adlı kitabı çıkar çıkmaz aldığımı ve hemencecik okuduğumu biliyorum.
Geçen hafta Ömer Uluç’la karşılaştık. Laf arasında Hayalet Oğuz mevzusunu açınca şaşırdı Ömer Uluç.
Ben de, Hayalet Oğuz’u tanıdığını Sezer ve Orhan Duru’nun kitabı sayesinde öğrendiğimi, vakti olursa bir gün bu enteresan karakter üzerine laflamak istediğimi söyledim.
Ömer Uluç kalkınca masadaki bir arkadaşım ‘Hayalet Oğuz kim yahu?’ dedi.
Biraz anlattım, çok tuhaf geldi anlattıklarım. ‘Kitap çıktı, herkes biliyor’ diye bir şey yok, size de anlatayım biraz Hayalet Oğuz’u... Tanımama tarihsel olarak imkan yok. Rehberim tabii ki ‘O Pera’daki Hayalet’.
*
Hayalet Oğuz veya gerçek adıyla Oğuz Haluk Alplaçin, 1950’lerin, 60’ların, 70’lerin bohem hayatının en enteresan tiplerinden biri.
Çok çok zayıf olduğunu, mülksüz ve malsız yaşadığını herkes söylüyor. Evi olmamış, hep kapılanacak bir yerler bulmakla geçmiş ömrü.
Diyarbakırlı köklü bir aileden geldiğini söylermiş ama işin bu kısmı meçhul. Hayalet Oğuz’un hayatında pek çok alanda olduğu gibi.
Çeviriler yaparak para kazanırmış ama, o da yaparsa. Genellikle, milletin sırtından geçinirmiş. Kavgacıymış ama yumruk kavgacısı değil. Pornografi meraklısı olduğunu da söylüyorlar. Arıza bir tip işte!
1975 yılında 46 yaşındayken ölmüş. Cenazesine dostları, tanıdıkları katılmış. Mezarının başında hoca annesinin adını sorunca bir sessizlik olmuş. Kimse bilmiyormuş annesinin adını. Dürnev Tunaseli bozmuş sessizliği: ‘Havva!’ diye bağırarak...
Türkiye’nin meşhur sanatçılarının yakın çevresinde olmuş hep. Tezer Özlü’den tutun da Leyla Erbil’e, Demirtaş Ceyhun’dan Ferid Edgü’ye kadar; aklınıza kim gelirse.
Zaten Hayalet Oğuz’u seven ve bütün arızalarına hoşgörüyle yaklaşan Tezer Özlü’nün evinde bulunan bir dosya bu kitabın oluşturulmasında etkili olmuş.
*
Hayalet Oğuz şiir, öykü de yazmış. Kitapta var örnekler. Dürüst olayım, pek iyi değiller.
Bir de kendi adıyla tek bir kitap yayınlamış: ‘Dünya Sarsılıyor Rock’n Roll’ diye.
Dikkatinizi, kitabın 1956’da yayınlandığına dikkat çekmek isterim. Daha hadise yeni yeni büyüyor dünyada. Ufku genişmiş veya daha güncel tabirle vizyon sahibiymiş Hayalet Oğuz.
Kitabı bulmak için kendinizi harap etmeyin, ben ettim ve bulamadım. Ama kitap olduğu gibi ‘O Pera’daki Hayalet’in içinde var.
Hayalet Oğuz kitabının bir yerinde ‘kesintisiz, zalim bir sallantı’ olarak tanımladığı bu yeni müziği, dönemin genç entelektüellerine de sormuş.
Kitabın son bölümünde ‘Genç Sanatçılarımızın Düşündükleri’ adı altında o dönemin genç, bugünün usta sanatçılarının görüşleri de var.
Kısa kısa aktarıyorum...
*
Orhan Duru (Hikayeci): Rock’n roll adi, cayırtılı, şehevi bir müzik. Aynı zamanda adalelere hitap ettiği için bu kadar yaygın etkileri görülüyor. İlkel müziğin bu dikalasını Afrika’nın ortalarından çıkarıp bugüne getiren, parlak orkestra aletleri ile önümüze seren şartlar herhalde bir takım sıkıntılar olsa gerek.
Ferit Edgü (Hikayeci): Ne yapacağını bilmeyen çağımız gençliğinin, çoğunluğun beğenisine başkaldırmalarının bir alandaki sonucu...
Ahmet Oktay (Şair): ...Sokaklarda, barlarda tepinen, Elvis Presley’in otomobilini müstehcen sözlerle donatan bu gençliğin, sıkıldığı ölçülerin yerine hiçbir şey koyamayacakları açıktır. Buna rağmen bu müziğin yayılmasına bir zaman için karşı durulamayacaktır.
Demirtaş Ceyhun (Hikayeci): Rock’n Roll’u şehir otobüslerinden biliyorduk zaten.
Ziyat Nemli (Hikayeci): Anlamıyorum.
Asaf Çiyiltepe (Şair): Bu çeşit müzik ve dansların bizde hangi çevrelerde tutulduğu daha kesinleşmedi. Kesinleşse bile, herhalde gündelik müzik gelişimiyle ilgilenen gençleri saracağını sanmıyorum.
Demir Özlü (Hikayeci): Rock’n roll müziğini çok seviyorum. Bu dansı yapamadığım için üzgünüm. Bütün bu şarkıcıların seslerinde insanı bir yanından yakalayan bir üzüntü, bir yıkılmışlık veya hayata, yaşamaya karşı bir aşk, bir istek var. Zaten bu üzüntü, bu yıkılmışlık da yaşamaya karşı duyulan aşktan değil mi?... Ah Mübarek Domates!
‘...200-300 gram ağırlığına kadar büyümüş domatesleri gördükçe ağzımın suyu akar, iştahım artar... Ben her öğle yemeğinde hiç olmazsa yarım kilo domatesi yerim veyahut suyundan içerim. Ve o kadar kuvvet hissederim ki kalemle tarif edemem...’
Bana ait olmayan bu sözlerin coşkusuna katılmasam da ana fikrine katılıyorum. ‘Lokman Hekimin Ye Dediği Ah Mübarek Domates (Şifalı Domates)’ adlı, 1943 tarihli bir kitaptan aldım yukarıdaki paragrafı.
Daha doğrusu bu kitabın da açık artırmaya sunulacağı müzayedenin kataloğundan.
Kitap meraklılarının yakından tanıdıkları Simurg, bugün saat 15.00’te Sıraselviler Caddesi 113 numaradaki Tevfik Paşa İşhanı’nda, yani Taksim’de ‘Edirne’den Kars’a 2005’ başlıklı bir müzayede düzenliyor.
Yukarıda sözü geçen ‘domates kitabı’ da (bir de şeftali kitabı var) müzayedede kendisine sevgiyle yerleştirileceği bir kütüphane arayışında.
Zor bulunan kitaplar, yazarları tarafından imzalanmış kitaplar, ‘Başka Başka Yabancı Diller Okutan İki Mektebin Birinden Ötekisine Nakleden Talebenin Yabancı Dil Dersi Yoklaması Hakkında Talimatname’ gibi sadece meraklılarının ilgisini çekebilecek kitaplar, eğlenceli kitaplar, ilk baskılar ve saire...
Her kitap kurdunun içini dalgalandıracak yüzlerce kitap.
Kendi listemi açıklayıp, durup dururken alacağım kitabı alamayacak hale gelmek istemem.