Ev telefonu (konvansiyonel telefon!) ve internet bağlantısı için yaptığım başvuru işleminin umduğumdan kısa sürmesi, ruhumda temelsiz bir cesaret dalgalanması yarattı.
"Edison’a selam olsun, elektriği de hallederim bugün ben be!" diyerek "Elektrik İdaresi"ne yöneldim.
Oysa STVK (Sıradan Türk Vatandaşı Kanat) olarak, "Aynı gün içinde iki başvuru gerçekleştiremezsin" kuralını gayet iyi bilirim. Fakat yaptım böyle bir hata.
*
Özelleştirme filan yalandır arkadaşlar. Elektrik işleri 1970 model "daire zihniyeti" ile yürümekte. Tek fark, daha ne kadar bekleyeceğinizi elinizdeki fişe bakarak görüp, daha beter depresyona girmenizi sağlayan numaratör mekanizması.
Geri kalan her şey eski bıkkınlık verici, sıkıntı verici daire havasında.
Arka planda, sırada bekleyenlerin gözleri önünde "araya tanıdık sokuşturmuş olanların" işlerini bizzat odasında halleden bir abone şefi oturmakta filan.
Manzarayı tahmin etmişsinizdir işte...
*
Mantığımın ve sabrımın çöktüğü bir anda memurlardan biriyle gözgöze gelmeyi başarıp yüksek sesle "Kaçak elektriğin cezasını öğrenebilir miyim?" diye sordum.
Memur "Pardon?.." şeklinde bakarak cevap verince devam ettim: "Bu yasal bekleyişten feci sıkıldım. Kaçak elektrik kulllanmaya karar verdim. Nasıl kullanacağımı bile bilmiyorum aslında ama olsun..."
Etrafımda bekleşenler gülüşünce hafif bir otorite girişiminde bulundu memur: "Cezası var beyefendi!"
"Tamam işte... Ben kaçak elektrik kulllanayım, siz benim peşimden gelin. Böyle sıkılarak beklemektense heyecanlı bir işe kalkışmış oluruz karşılıklı olarak" dedim.
*
Niyetim memuru sıkıntıya sokmak değildi. "Dairede balataları sıyırmış vatandaş" modeline kitlenin kısa süreli saygı besleyip sonra desteğini çektiğini "daha önceki deneyimlerden" bildiğim için uzatmadım.
*
Taşınmanın artçı şokları daha etkili oluyor, fakat genel manada işler kontrolüm altında.
Eski evi elimde sadece bir torba, bir kutuyla terk ettim.
Torbada kedinin tuvaleti, kumu, mama ve su kabı ile favori fare oyuncağı, kutuda da paketleme şokunu yaşayan kedi vardı.
7 yıl oturduğun evden bu vaziyette çıkıp gitmenin tuhaf olduğunu yeni eve girince anladım. Kutuyu açtım, kedi klasik boş alan paniği yaşadı. Akşama kadar bütün yaramazlığına kavuşmuştu.
*
Süper bir iş çıkartan nakliyeci arkadaşlar (ihtiyacı olan mail atsın, burada reklama girer) eski evi kutulayarak yeni eve yığdı.
Kalabalık çekildiğinde kedi, ben, akşam güneşi ve kutularla dolu salon başbaşa kaldık.
Koltuğa oturdum ve "Pofffff!" çektim.
Ve o anda eve piyano sesi doldu.
*
"N!oluyo lan ’80 model entel Türk filmi gibi?.." diyerek yerimden doğruldum.
Manzara hakikaten Yavuz Özkan’ın çektiği, Sezen Aksu ve Ferhan Şensoy’un oynadıkları filmin seti gibi.
Boş ev, kutular, kedi dolaşıyor ve piyano çalıyor.
Meğer yan apartmanda bir piyanist oturuyormuş. Çok güzel çalıyor fakat ben müzik setini kurduktan sonra da aynı saygı/sevgi düzeyini korumak isterim.
Ben piyanistin müziğini çok sevdim fakat kendisi Metallica’dan "Battery" sever mi acaba?
Yaşayıp göreceğiz.
*
Akşam koli boşaltma operasyonu için bir grup eleman gelecek.
Topesto iyi bir zamanlamayla ülke dışına kaçtı. Riko zaten bu ara iş yüzünden yamulmuş durumda ve sanırım kızkardeşi de ev taşıyor.
Onlar yırttı fakat geçerli bahane bildirmeyeni direkt kitap taşıma kölesi olarak kullanıyorum.
*
Kapıda bir ses duyunca elemanlardan biri geldi sanıp açtım: Karşı komşu evine girmekte.
İlk izlenim insan ilişkilerinde mühimdir.
Üzerimde herhalde alkollüyken esprili bularak aldığım bir Mao tişörtü var.
"A Very Human Figure: Mao-Zedong/ Çok İnsani Bir Figür: Mao" yazıyor su aygırı kadar harflerle!
Saç sakal karışmış, bir yandan kedi bacağıma koala gibi sarılmış...
Elimi uzatıp "Merhaba ben yeni komşunuz... Bu da kedi" diyorum. Artık Mao’yu karıştırmıyorum.
Umarım kötü bir izlenim bırakmamışımdır. "Çok insani bir figür: Mao", ha? Haydi bakalım hayırlısı.