Paylaş
İSTİKLAL Caddesi'nin girişindeki seyyar satıcıyı uzun uzun izledim. Elinde rengarenk bir plastik cisim var. Yuvarlağa yakın bir şey. Onu havaya fırlatıyor. Şey havada açılıyor, kocaman bir top oluyor, sonra adamın eline eski halinde düşüyor. Aklıma içkiliyken satın alınan lüzumsuz şeyler geldi. İçimi büyük bir sıkıntı kapladı ve adımlarımı hızlandırıp Asmalımescit'e doğru yöneldim.
Bu gece Babylon'da Bugge Wesseltoft var. Geçen yıl İstanbul Caz Festivali'ne geldiğinde kaçırmıştım. Adının nasıl okunduğu konusunda küçük bir anket yapmak gibi bir fikrim vardı. Ama hemen vazgeçtim.
Daha öğlen saatlerinde bu yılki İstanbul Film Festivali'nin en absürd isimli filmini seçmece oynamıştım. Tabii ki tek başıma. Favorimi hemen söyleyeyim: ‘‘Sosisiniz Olabilir miyim Lütfen?’’
Hakikaten çarpıcı bir film adı. Gitmeyeceğim filmleri ise hemen belirledim: ‘‘Bir Polonya Köyünden Sinemanın Öyküsü’’ ve ‘‘Beresina veya İsviçre'nin Son Günleri.’’
Babylon yine havasız
Her neyse Babylon her zamanki gibi tıklım tıklım, çok sıcak, çok karanlık ve bütün çabalara rağmen çok havasız. Bugge Wesseltoft, cuma gecesi de çalmıştı. ama bir süredir, geçmişteki bir yazımdan dolayı caz mafyası tarafından tehdit edildiğimden, ben cumartesi gecesini seçtim. Ortalık sakin. Bir tek Sevin Okyay'ı gördüm. O da ‘‘Eğer beni o caz mafyasına ilave etmezsen, sana hakkımı helal etmem’’ dedi. Ben de haliyle ‘‘Peki’’ demekle yetindim.
Tüm iyi niyetime rağmen Babylon'a 25 dakika filan dayanabildim. Yanıma bir arkadaşımı da takıp kapıdan çıkarken tanıdıklar ‘‘Nereye?’’ dediler. Böyle sahte ilgiç tavırlarla MFÖ'nün şarkısını mırıldandım ‘‘Bilinmez, bilinmez...’’ diye.
İnsan hakikaten belirsiz gecelere ‘‘Bilinmez’’ diye başlamalı. Çünkü bir sonraki durağı; ben, yanımdaki arkadaş, gitmekte olduğumuz mekanda eğlenmekte olanlar da dahil olmak üzere hiç kimse bilemezdi.
Cadde kalabalık olduğu için arka sokaklardan gitmiştim Babylon'a. Bu arada Nevizade'nin arka sokağında ‘‘Lapaza’’ diye bir yer görmüştüm. Bilinçaltı hızlı çalışıyor işte. Babylon'dan sonra oraya gitmek için inanılmaz bir istek duydum.
Karedeniz Eğlence merkezi
Lapaza bir restoran. Adından çok, dışarıdan gördüğüm manzarayı sevdim. İçeride klavyeci iki kat org çıkmış, arkaya bir Türk bayrağı çekmiş. O eski Türk filmlerindeki aynalı top dönüyor havada ve içeride insanlar sakin sakin eğleniyorlar.
Kapıdan girerken, ‘‘Ortamı bozar mıyım, rahatsız eder miyim?’’ filan diye düşünüyorum. Kapıda karşılayan arkadaşlar, buyurun bara dediler. Ortamı nasıl tarif etmeliyim kestiremiyorum.
Burası bir Karadenizli Eğlence Merkezi. Klavyeci ve kemençeci, Karadeniz türküleri çalıyor, bir şarkıcı da takır takır okuyor. Tabirimi mazur görün ama ‘‘Yerim İsmail Türüt'ü!’’ Adam çok şahane söylüyor. Ne dediğini anlamıyorum ama çok önemli değil.
Ortam tam otantik sayılmaz. Barda içki servisi yapan genç kız otantik bir kıyafet giymiş. Ama tek görevi bu değil. Sahnede horon tepilirken o da katılıyor dans edenlere. Sıcak bir ortam yani.
Duvarlarda Karadeniz manzaraları var. sadece bir duvarı komple J&B şişeleriyle kaplamışlar. Tuvaletin kapısının üstünde ‘‘Kenef’’ yazıyor. Bu lafı ilk kez yazılı olarak gördüğümü fark ettim.
Şimdi ortam otantik ben de etrafı izliyorum ya, barın arkasında bir yazı dikkatimi çekti. Bir çiçek yazının üstünü kısmen kapatmış. Okuyabildiğim kadarıyla ‘‘Balıklarımız Hakiki Yağda Pişirilmiştir’’ yazıyor. Bunu hemen yanımdaki arkadaşa söyledim.
Şöyle bir suratıma baktı ve ‘‘Ağbi sen balataları sıyırdın iyice’’ dedi ve ekledi: ‘‘Orada 'Rakılarımız Hakiki Tekirdağ Rakısıdır' yazıyor.’’ Onun açısı daha iyi olduğu için tam okuyabilmiş ama kendimi biraz ezik hissettim. Bu arada iyice havaya girdik tabii ki. Samimi olarak söylüyorum. Babylon'dan daha eğlenceli bir ortamdı. Yani orada ne kadar kastıysak, burada o kadar rahatladık.
Bir ara bardaki şampanya şişelerine gözüm takıldı. Okuyorum, okuyorum yorum yapamıyorum. Bir gecede iki kez aşağılanmaktan korkuyorum. Ama emin oldum ve arkadaşı dürttüm, ‘‘Bak ne yazıyor’’ diye. Doğru okumuşum, markası ‘‘Showpany’’ imiş.
İyice eğlendikten ve Lapaza'ya yeniden gelmeye kendi içimizde söz verdikten sonra kapıya yöneldik. Son darbeyi de bu noktada yedik zaten. Bilgisayarda hazırlanmış, A4 boyutunda bir uyarı levhası indirdi söz konusu darbeyi: ‘‘Güle Güle Pilot Kardeş, İyi Uçuşlar.’’
Buna ekleyecek bir şeyi olan var mı? Yok! Peki böyle olmalıydı zaten. O zaman ben de sessizce dağılmayı öneriyorum arkadaşlar. Herkese iyi haftalar dilerim.
Paylaş