YILDA toplasanız 5, bilemediniz 6 kere takım elbise giyiyorum. Yakın arkadaşlarım beni takım elbiseyle gördüklerinde, ‘‘Ne o, akşama nişan mı var?’’ türü hakikaten kötü espriler yapmıyorlar.
Çünkü niye takım elbise giydiğimi biliyorlar. Evde giyecek temiz ve ütülü bir şey kalmadığında çıkıyor o takım elbise ortaya.
Ortalıkta lamba cini gibi bir sürü kafayı kazıtmış adam gezmeye başladığı dönemde saçımı uzatmaya başladığımdan, sevgili berber kardeşim Muammer'e sadece sakalı düzeltmek için gidiyorum.
Bu arada tabii ki ortalıkta köprüaltı şarapçısı gibi gezmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Ama nedir işte, temel hadiseler dışında özel bir bakıma gerek duymadan yaşayıp gidiyorum.
***
Şimdi durup dururken, bakımlı insan-bakımsız insan muhabbeti yapmayacağım tabii ki. Fakat Gökhan Akçura'nın ‘‘Ivır Zıvır Tarihi’’ serisinin üçüncü kitabı olan ‘‘Uzun metin sevenlerden misiniz?’’i okurken, kadınların hayatının ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladım.
Gökhan Akçura enteresan bir adamdır ve enteresan şeylerle uğraşır. Bir ara Albüm diye bir dergi vardı hani... Türkiye'deki bütün güzl şeyler gibi değeri bilinmemiş ve kısa bir süre yayınlanabilmişti. Akçura o dergiyi yapan kişiydi.
Yaptıklarını tek tek saysak uzun olur. O yüzden kısa keselim. Akçura, daha önce ‘‘Unutma Beni’’ ve ‘‘Gramofon Çağı’’ adında iki kitap yayınlamıştı. Bu üçüncü kitap da aynı formatta.
Çok eğlenceli bir şekilde yakın tarihi anlatıyor. Son kitapta da, bu işi eski reklamlar üzerinden yapıyor.
Kitapta yayınlanan eski ilanlar, sanırım kısa bir süre içinde, elektronik posta yoluyla o PC senin, bu PC benim gezmeye başlayacaktır.
Mesela benim en beğendiğim reklam ‘‘Bozkurt Tıraş Bıçağı’’ ilanı oldu.
21 Ekim 1935'te Hafta Dergisi'nde yayınlanan ilanın metni şöyle:
‘‘Milli bir bilgi ile yaptırılmış, malı ve ambalajı itibarile dünyada eşi yoktur.
Her gün aldığınız ve isimlerini anlamadığınız yabancı markalı bıçaklara artık ihtiyaç kalmadı, çünkü Bozkurt bıçağı ihtiyacınızı görecek, bununla beraber bütün mevcudiyeti seni okşayacaktır.
İsmi yüce tarihi, ambalajı sevgili yurdun, sahibi öz kardeşindir...’’
Reklam metnini hazırlayan arkadaş böyle bir gaz verdikten sonra, Bozkurt'un tıraş hadisesine getireceği yenilikleri de şöyle müjdeliyor:
‘‘1- Hiçbir bıçakta bulunmayan saf ve İsveç çeliğinden Avrupa'nın en meşhur bıçak fabrikalarında yapılmıştır.’’
Dakika bir, gol bir. Baba hani bu son derece milli bir tıraş bıçağıydı. Çelik İsveç'ten, fabrika Almanya'dan... Sen bizi yiyor musun yoksa?.. Neyse, devam edelim:
‘‘2- Sert ve yumuşak sakallar için iki çeşit yapılmıştır.
3- % 5 ikramiyelidir. Bulacağınız Bozkurt resimli koponunuzla her satıcıdan bir küçük paket bıçak alacaksınız.
Ya, ben bunu da anlamadım. Kek miyiz, çok afedersiniz? Hangi gün tıraş olacağımızı bilmiyor muyuz?..
Her neyse güzel bir ilan işte. Logosunda Sarp Sınır Kapısı'ndan giriş yapan bir Bozkurt var. Kurdun tam altında da ‘‘Made In Germany’’ logosu... Enteresan bir inandırıcılığı var yine de!..
***
Kitaba adını veren bölümde de, hikáye gibi reklam metinlerinden örnekler veriliyor. İşte o metinleri okurken kadınların güzelleşmek uğruna neler çektiklerini bir kez daha hatırladım.
Favorim Tokalon'un, ‘‘Terk Edilmiş Bir Kadın İdim...’’ başlıklı ilan metni oldu. Parantez içindeki cümleler bana aittir...
‘‘Sevgili zevcim (kocam) ve iki çocuğumun babası Nihad, bir müddetten beri benden soğumağa ve geceleri dışarıda geçirmeğe başladı. (Yenge, durumun sakat olduğunun farkında, bu iyi...)
Evde kaldığı geceler bile, bana karşı bigáne ve adeta dargın gibi duruyor. (Vay öküz!) Nihayet bir akşam, diğer bir zevcesi olduğundan bahsedince kalbim büsbütün kırılacak sandım. (Ne demek sandım? Daha nasıl bir gelişme bekliyordun yenge. Harem kurana kadar kırmam ben bu kalbi diyorsan, yanlış yapıyorsun. Adam resmen dost tutmuş be!)
Ertesi sabah hemşirem bana ziyarete geldi ve ona çektiğim bütün ıstırabları anlattım. O bana pek muhik (haklı) bir nasihatte bulundu: 'Annelik hayatı ve ev işleri yüzünü çirkinleştirdi (Ablaya bak, çatal dilli.) Hiçbir erkek evde yorgun ve buruşuk yüzlü bir kadın görmek sevmez, sakın cesaretini kırmayasın, çünkü ben, yüzündeki buruşuklukları seri ve emin bir surette izale ve taze, yumuşak ve gençleşmiş bir cild temin edecek bir usul bilirim' dedi ve her akşam yatmazdan evvel pembe rengindeki Tokalon kremini kullanmamı tavsiye etti. Hemen tecrübe ettim. Birkaç hafta zarfında bütün buruşukluklarım yok oldu. Ve bir genç kız yüzünün manzarasını aldım. Şimdi zevcim, beni evvelkinden daha fazla seviyor ve artık evden çıkmıyor... (İnşallah, yenge, bu erkek milletine yine de güven olmaz ama, sen öyle diyorsan...)’